bir kitapçıdan visa kredi kartımla karl marx ve friedrich engels'in komünist manifesto'sunu alıp, adamları mezarlarında ters çevirdikten sonra eve gelip okumaya başladım.
bildiklerimden çok daha sert, radikal ve bazen uygulanışını hayal bile edemeyeceğim şeylerle karşılaştım.
bu kitabı okumasaydım ve karşıma marx'ı getirselerdi (artık onun vereceği cevapları da bildiğimden), elimize birer mikrofon verip boğaza karşı bir masaya oturtsalardı, pazar brunch'ı esnasında yayınlanacak bir programı çekerken aramızda şöyle bir diyalog olurdu muhtemelen:
- abi hoş geldin. öncelikle engels ile ilişkinizden başlamak istiyorum. adınız yüz yıldan fazladır birlikte anılıyor, zeki - metin gibisiniz. nasıl başladı arkadaşlığınız?
- sanırım ilk olarak 1842'de karşılaştık. yirmi dört yaşındaydım. ikimiz de hegel'den müthiş etkilenmiştik. çok iyi arkadaş olduk ve 1848'de bu manifesto'yu yazdık. sonrasında da ölene kadar devam etti arkadaşlığımız.
- peki. devam edelim. bu manifesto'yu yazmanıza bir çok şey sebep olmuştur ama bunların en önemlilerini sıralamanızı istesem?
- bak yoldaş, o zaman konuya şöyle gireyim: gelmiş geçmiş bütün toplumun tarihi, sınıf savaşlarının tarihidir. her dönemde, her zaman toplumda farklı sınıflar oluşmuş ve bunlar her zaman bir savaşım içinde olmuşlardır. derebeylik sınıfı yıkıldıktan sonra ortaya çıkan (ve günümüzde devam eden) kentsoyluluk (burjuvazi) de şu anda orta katmanla ve onun altındaki proleterya'yla savaş halindedir. ve kentsoyluluk bugüne dek saygı duyulan, sofuca bir ürküntüyle karşılanan bütün etkinlikleri kutsallık görünümünden sıyırmıştır. hekimi, hakimi, bilim adamını, parasını verip çalıştırdığı ücretli işçilere çevirmiştir. biz artık bu sınıf ayrımcılığına bir son vermek istedik. bu, yüzlerce sebepten biridir.
- abi senin hakkında kesinleşmemiş fikirler var. kimisi sosyalist, kimisi komunist diyor. hazır burda yakalamışken sorayım hahaha, hangisisin?
- ben toplumcuyum. toplumun sınıfsız, komün bir hayat yaşaması taraftarıyım. sosyalist devlet yapısında her türlü üretim ve dağıtım devlet elindedir. özel mülkiyet yoktur. girişimciliğin esamesi okunmaz. komünizm fikri ise şudur: tüm işçiler maksimum verimlilikle ürettikleri malları, herkese eşit şekilde dağıtırlar ve artık ortada bir devlet yoktur. bir sınıf, bir devlet, bir din, hatta bir aile yoktur. ama sonrasında sovyetler birliği'nde uygulamasını gördüğümüz komünizm, tek bir otoriter partinin, tüm devlet işlerini yürüttüğü ve özel mülke izin vermediği bir sisteme dönüşmüştür. halbuki biz öyle mi dedik? biz bunları hep kitaplarımızda yazdık, açıp okusunlar.
- abi hepsini anladım da aile nasıl yok, onu çözemedim?
- bugünkü aile, burjuvazi ailesi neye dayanıyor? sermayeye, özel kazanca. tam gelişmiş biçimiyle yalnızca burjuvazide var. burjuvazinin ailesi tamamlayıcısının (işçi sınıfının) yok olmasıyla birlikte doğal olarak yok olur, sermayenin ortadan kalkmasıyla ikisi birden ortadan kalkar. biz sadece cocukların ana - babalarınca sömürülmesini ortadan kaldırmak istiyoruz. hepsine, ücretsiz ve bağımsız bir eğitim vermek istiyoruz.
- işçi sınıfı, çocuklarını, sadece eve ekmek getirecek ek işçiler olarak görüyor şu anda mı diyorsunuz?
- evet, burjuvazi, aile yapısını bu hale getirmiştir.
- konusu açılmışken, sizinkileri bilmem ama bizim ülkemizde 68 kuşağı denen bir dönemin çocukları var. o dönem, karşıtları sağcı öğrenciler tarafından en çok dillendirilen şey, komünistlerin karılarını bile ortak kullanmak istedikleriymiş. sizin konuya bakışınız nedir?
- her şeyden önce sizin çok iyi bir şairiniz var, zamanında sınırdışı ettiniz. nazım.
- nazım hikmet.
- heh, nazım hikmet. o ne büyük şairdir bilir misin? sahi, niye sınırdışı ettiydiniz onu siz?
- o uzun hikaye abi. programdan sonra anlatırım sana ben. hem bir yere gider, bir şeyler içeriz.
- her neyse, o zaten yeterince açıklamış: her şey ortak olmalı / yarin dudağından gayrı. tabii ki öyle bir şey yok. hem komünistlerin kadın ortaklığı getirmelerine gerek yok ki, o zaten öteden beri var. burjuva sınıfımız, hadi resmi fuhuşu hiç anmayalım, proleterlerinin karılarıyla kızlarını el altında bulundurmakla da doymayıp, birbirlerinin karısını ayartmaktan büyük haz duyuyorlar.
- peki ulusalcılığa ne diyorsunuz? komünistlerin ulusal, milliyetçi hareketleri yok mudur?
- işçilerin yurdu yoktur. işçilerin bir ulusu yoktur. onlar sadece dünyadaki en büyük ve en güçlü sınıftır. devlete, ulusa ya da millete ihtiyaç duymazlar.
- ama bu da işçileri egemen sınıf haline getirmez mi? tüm dünyada gücü ellerine aldıklarında aynısını onlar yapmayacaklar mı? bu da bir tür sınıf ayrımcılığı değil mi?
- en basit cevapla, hayır. işçi emeğiyle çalıştıkça, sermayeyi ortadan kaldırdıkça, ve üretimin dağılmasını sağladıkça ne bir alt ne de bir üst sınıf yaratabilir.
- siz özel mülkiyetin tamamen kaldırılmasından bahsediyorsunuz. miras hakkının bile olmadığı anlamına gelir bu. peki, insanlar niye çalışsın?
- isim neydi?
- ozan
- bak yoldaş ozan. öncelikle senin bu kafayı açman lazım. bir saattir boşuna konuşuyoruz demek ki burda.
- sakin karl abi, sakin. canlı yayındayız abi, aman.
- canlı manlı. biz bir ömür tüketmişiz bu konuda, tuğla tuğla onlarca kitap yazmışız, mezardan çıkıp geldik rica minnet, hala o zaman insanlar niye çalışsın diyon. sen çalışma zaten, bırak. bırak da milletin önünü tıkama.
- sinirlenme üstad. ben sorduğum sorularla vatandaşımızı bilgilendirmek istiyorum sadece...
- gelip gelip şu mülkiyet meselesine takılıyorsunuz kardeşim. öncelikle şunu söyleyeyim: bu, mülkiyetin ilk nitelik ya da el değiştirmesi değildir. fransız devrimi sonrasında da mülkiyet derebeyliklerden burjuvaziye gecmedi mi? o zaman niye kimse bu kadar takılmadı? ikincisi, özel mülkiyeti kaldıracağız diye ödünüz kopuyor, oysa varolan toplumunuzun onda dokuzu için mülkiyet zaten kalkmış. varolması düpedüz o onda dokuz için varolmamasından ötürü. ayrıca o onda dokuz için ileride bir mülk sahibi olma umudu da sıfır, yanlış anlaşılmasın. ve son olarak, çok sığca bahsettiğiniz tembellik sorunu: iş ona kalırsa burjuva toplumunun aylaklık yüzünden çoktan yıkılıp gitmiş olması gerekirdi; çünkü orda çalışanlar kazanmıyor, kazananlar çalışmıyor.
- anladım abi. şunu da merak etmişimdir hep: sizin bu devrim söz konusu olduğunda, neden çıkış noktası hep "işçi sınıfı" olmuştur? yani toplumda daha bir çok sınıf var, köylü var. neden çıkış noktası hep işçiler?
- kentsoyluluğun karşısında duran bütün sınıflar içinde yalnızca proleterya gerçekten devrimci bir sınıftır. geri kalan sınıflar büyük sanayi ile birlikte çözülüp yok olur, proleterya ise onun öz ürünüdür. orta katmanlar, küçük sanayici, küçük tüccar, zanaatkar, çiftçi, bunların hepsi, orta katmanlar olarak varoluşlarını yokolup gitmekten korumak için burjuvazi ile savaşır. dolayısıyla devrimci değil, tutucudurlar.
- evet karl abi, maalesef yönetmenim işaret ediyor, çok az zamanımız kalmış. son olarak söyleyeceklerinizi alabilirsek, bir cümleyle...
- uğur dündar çağırınca mecbur kalktık geldik, kıramadık. seneler sonra. aradan bir yüzyıl geçmiş. gördüklerime çok şaşırdım. benim bildiğim, insanlık tarihi hiç bir yüzyılda bu kadar mesafe katedememiştir. ama katedilen bunca mesafeye rağmen, diğer taraftan bazı sonuçlara ulaşamamış olmanız da çok ilginç. bu şekilde komunikasyon imkanları varken örgütlenememek, gerçek bir devrim yapamamak mümkün değil. bu imkanlar bende olacaktı var ya, pfiiiuuv. bunu nasıl engelliyorlar, nasıl becerebiliyorlar bunu, aklım almıyor. bak yeğenim, biz o zamanlar gençtik, devrimci ateşiyle yanıp tutuşuyorduk, kitaplar yazdık, kongreler düzenledik, friedrich amca'nla beraber hep. sonra insanların kafası karıştı, sanırım kendimizi iyi ifade edemedik. ben dedim friedrich'e, bak dedim, biz böyle yazıyoruz uzun uzun kitaplar, bunların tümünü kimse okumaz dedim, gel şunun bir özetini çıkaralım dedim, yok dedi. rahmetli çok inat adamdı biliyor musun? gerçek devrimci okur dedi. sonra anladık rusya'da, ne kadar okumuşlar. madem bütün türkiye, yetmiş milyon bizi izliyor; ki hiç bu kadar geniş bir topluluğa karşı konuşmamıştım, tüm bu anlattıklarımızın dışında ana fikir şuydu yoldaşlar: sermaye kişisel değil, toplumsal bir güçtür. çıkartın artık o sermayeyi yaşamınızdan. sermaye + emek + kar = maliyet denklemini bozun. sermaye ve karı çıkartın. bir malın değeri, ancak ona harcanan emek kadardır, daha fazlası ya da azı değil. sözlerimi, manifesto'yu bitirdiğim gibi bitirmek istiyorum: proleterlerin zincirlerinden başka yitirecekleri bir şey yok. kazanacakları bir dünya var. bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!
- abi çok teşekkür ederiz, ağzına sağlık. sayende televizyonculukta bir ilk daha yaşandı.
- ne demek yoldaş. biz hep burdayız, eserlerimiz ölümsüzlüğümüzdür. babaya çok selam.
- başüstüne abi.
1 yorum:
bayıldım.. bana Burak Özdemir'in 'Tanrı'nın Dogumgünü' isimli kitabını anımsattın..konu olarak tabi ki alaksız ama tarzlar aynı..
Yorum Gönder