akşam evden misafirleri de gönderdikten sonra biraz dergi mergi karıştırıp yine oturdum bilgisayarın başına. sonra ozan dedim, sen bu ara fazla sardın bu yazma işine, en ufak boşlukta bile bir şey yazma ihtiyacı hisseder oldun dedim, neden acaba dedim. benim sayfayı açtım baktım neden yazıyorum'a cevap olarak ne yazmışım diye.
e mantıklı. ama başka şeyler de olması lazım.
sonra cevabı buldum ey okuyucu, ve seninle paylaşacağım birazdan. paylaşacağım fakat o iş öyle kolay değil. sen de düşün, kafa yor bakalım, neden yazmak ister insan. yok öyle hep hazıra konmacı zihniyet. mesela oscar wilde günlük tutuyormuş, neden tutuyorsun demişler, e ara sıra kaliteli bir şeyler okumak iyi oluyor demiş. hahaha çok iyi cevap değil mi, tam sopalıkmış.
bizimki bu değil, açık.
sonra ingiliz bir yazar vardı, adını hatırlamıyorum ama çok ünlülerden, 18. yüzyılda yaşamış, "e" ile başlıyordu ismi sanırım, o da gitmiş bir fahişeye aşık olmuş, evlenmiş ama öte yandan da "bir fahişeyle evli olmayı" tüm hayatı boyunca kendine yedirememiş, kadına da kendine de eziyet etmiş hep, ama en iyi romanlarını da o ara yazmış, can dündar'ın yalancısıyım. acı çekmeye bağlıyor o da. bizimki bu da değil, çok orospu tanıdım ama hiç biriyle evlenme noktasına gelmedim.
liseli kızların boyband'lere duyduğu türden bir hayranlık duyduğum yılmaz erdoğan'a sorduk, neden yazıyorsun diye, o isimli bir şiirim var, aç bak dedi. şiir uzunca ama ana fikir şu: yazmak lazımdı / yazmasak olmazdı çünkü. böyle bir iddiamız da yok, yazmasak da olurdu, ne yazdıklarımızla bir şeyler değiştiriyoruz, ne de yazmadan yaşayamama durumu var.
sevmediğim insan orhan pamuk, nobel alırken ki sevdiğim konuşmasında değinmişti neden yazdığına uzun uzun. en iyisini cımbızla çekiyorum: onu ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabildiğim için yazıyorum. çok güzel. ama üstüme bir - iki beden büyük geldi. belki yirmi sene sonra falan büyüyünce giyerim. şimdilik, bu da değil.
lisede herkesin kendisininkini hababam sınıfı zannetmesi gibi, iki satır karalayıp, kendimi yazar diye konumlandırmadım. uyuz uyuz mail'ler atmayın bana şimdi. ben gerçek yazarların neden yazdıklarından yola çıkarak kendiminkini bulmaya çalışıyorum. artistlik yapmayın.
onlardan yola çıkıp aradım aradım, mamafih bulamadım. benimki şundan, hazır mısın ey okuyucu:
izleyici kitle yoksunluğu.
kaba tabirle, kız arkadaşsızlık. (daha da kabalaşmayalım lütfen.)
kız arkadaş olunca ne oluyor, bir seyircin oluyor. çıkıyorsun sahneye, başlıyorsun anlatmaya. severek dinliyor; bir kere her şeyden önce seninle ilgileniyor. dolayısıyla anlattıklarını da merak ediyor. anlat anlat bıkmıyor, sıkılmıyor. müzikten gir, sinemadan çık, tarihten gir, siyasetten çık. seyirci dikiyor gözlerini üzerine, saatlerce dinliyor, soru soruyor. hatta bir zaman sonra dönüp ona anlatmak için okuyorsun, sırf anlatmak için albüm alıyorsun. ("ona anlatmak için yaşama" eşiğine geldiysen ama tehlikeli bak, hemen geri dön.) o da aynısını yapıyor, ortak bir havuz oluşuyor. izleyici sahnedekine, sahnedeki izleyiciye bir şeyler katıyor. beni sizler var ettiniz, siz olmasaydınız ben de olmazdım durumu.
yani bir manitacılık oynarsam, anında satabilirim olayı, ona göre. ne yazacağım be, izleyici var nasıl olsa, gider ona anlatırım.
* ha bir de okuyucu olarak sayınız gittikçe artıyor, o da yazdırıyor olabilir.
bu kadar. dağılın.
1 yorum:
depeche mode'un somebody'sindeki gibi bir seyirci bulmaktan bahsediyorsun sanırım.
ne diyeyim, dostlar başına.
Yorum Gönder