insanın karakteri yedi yaşına kadar şekilleniyormuş derler (freud ve jung). ailede ve belki biraz da ilkokulda.
tabii ki katılmıyorum.
bence bunda karşı cinsin de çok etkisi var. en yakın örnek üzerinden gidersek:
ilkokul sonrasında, ortaokul'da ve hatta lisenin başlarına kadar dahil olduğum sosyal gruplar çoğunlukla (aslında hep) erkek egemendi. devamlı grup halinde gezilir, top oynanır, bisiklete binilir, kavga edilirdi.
üzerinde düşünülecek çok fazla şey yoktu. (düşünecek çok şeyin yoktu derken çocuk olduğun için derdin tasan yoktu'yu kastetmiyorum, karar verme aşamasında çok zaman kaybetmezdin, her şey çok çabuk olurdu) ya maç yapardın, ya bisiklete binerdin, bütün çocukların yaptığı şeyler işte.
burdaki en önemli nokta, her şeyi grupça yapmandı. tek başına hareket etmezdin. hele ortaokulda bir yere gidilecekse en az on kişi olunmalıydı. biri ortaya bir laf atar, on beş kişi onu yapardı.
sosyal hayatın, sürü halinde rüzgar nereden eserse oraya gitmekten ibaretken, kızlarla beraber her şey değişmeye başladı.
programlar bir anda bireyselleşti. gruplar iki kişiye düştü, sen ve o.
ve sorular başladı:
- ne yapmaktan hoşlanırsın?
- burası hoşuna gitti mi?
- ne dinlersin?
- asabi misindir, sakin mi?
muhatabını şaşırtan ve ilk kez yöneltilen bu soruların yardımıyla kendi benliğim ortaya çıkıyordu yavaş yavaş. ne dinlerim ben, şunu. ben aslında bunu yapmaktan zevk almıyorum evet, şu daha keyifli. nasıl biriyim ben, normalde biri bana bunu yapsa sinirlenir miyim, evet çok sinirlenirim.
daha önce düşünmediğim şeyleri düşünme konusunda tetiklediler beni. hiç düşünmeden yaptıklarımı yapmadan önce durup olayı irdelememi sağladılar. yani o dönemde karşıma çıkan kızlar beni başka şekilde yönlendirseydi, farklı bir kafam olurdu şimdi. tanıdığınız, bildiğiniz ben olmazdım muhtemelen. o sıralar karşına çıkan herkes (sadece kızlar değil) karakterinin oluşmasında rol oynardı zaten dersen katılmam, şöyle derim: artık kızlar hayatımızda erkek arkadaşlarımızdan daha çok yer kaplıyorlardı, daha önemliydiler, dolayısıyla etkileri daha büyüktü. işin ucunda seks diye bir şey vardı bir kere. tamamen olmasa bile ona giden bir yol vardı en azından, nasıl bizimkilerle eşit olabilirlerdi ki?
insan durmadan gelişir ama 21'ime geldiğimde olay ana hatlarıyla belli olmuştu aşağı yukarı. kalıptan çıkmıştım, artık geri kalan ustaların (ya da amatörlerin) üzerimde yapacakları ufak tefek süslemelerdi. ama figür şekillenmişti.
kadınlarla ilişkilerde nispeten daha seçici olmaya başlanan bu dönemde amaç o figüre özdeş birilerini bulmaktı. yan yana tutup, benziyorsa alıyordun. yani becerebilirsen tabii.
ve sonra o kabuklaşmaya başlamış figürünle çatışmaktan sebep, ortaya çıkan "kadın - erkek ilişkisi" problemleri başladı. ben böyleyim, sen şöylesin. sen bunu sevmiyorsun, bu hiç bana göre değil, ben hep böyle yaparım, ... vs. artık devamlı "ben" ya da "sen" diyordun. iş görüşmeleri gibi geçmeye başlayan "ilk yemekler". her şeyle beraber ilişkilerin bile kurumsallaşmaya başlaması. arkadaşlarınla yapmaya başladığın sonu gelmez ilişki analizleri. dedikodular.
şöyle bir okudum, olmamış. iyi ifade edememişim kendimi. başka bir şey yazmışım.
özetle söylemek istediğim:
1- karakterin oluşumunda karşı cinsin de etkisi büyüktür.
2- karakterini oluştururlar, sonra da onunla çatışmaya başlarlar. öncesi mi daha iyidir sonrası mı tartışılır.
sanırım nick hornby'dan yardım almam gerekecek. "ölümüne sadakat"den.
kahramanımız rob, 35 yaşında ve bekardır. plak dükkanı işleten bir müzik fanatiğidir ve ayrıldığı kız arkadaşına evlenme teklif etmek için bir cafe'ye çağırır:
- benimle ne konuşacaksın?
- evlenmeyi isteyip istemediğin hakkında. benimle.
kocaman bir kahkaha atıyor. - ha ha ha. ho ho ho.
- ciddiyim.
- biliyorum.
- ya, sana binlerce teşekkür o zaman.
- ah, affedersin. iki gün önce, seninle yerel gazete için söyleşi yapan kadına aşık değil miydin sen?
- aşk demeyelim ama...
- eh, senin dünyadaki en iyi tercih olduğunu düşünmediğim için kusura bakma lütfen.
- öyle olsaydım benimle evlenir miydin?
- hayır, sanmam.
- iyi. oldu o zaman. eve gidelim mi?
- suratını asma. yalnızca, insanın iki gün içinde birine aşık olmaktan bir başkasına evlenme teklif etmeye giden yolu nasıl katettiğini merak ettim.
- sürekli bunları düşünmekten bıktım.
- bunları dediğin nedir?
- bunlar işte. aşk ve evlilik. başka bir şey düşünmek istiyorum.
- fikrimi değiştirdim. bu şimdiye kadar duyduğum en romantik şey. evlenirim. seninle hemen evleneceğim.
- bi susar mısın. açıklamaya çalışıyorum burda.
- affedersin. devam et.
- bak, evlilikten daima korktum çünkü, bilirsin işte, zincirler falan, özgürlüğümü istiyorum feşmekan. ama o aptal kızı düşünürken birdenbire her şeyin tam tersi olduğunu gördüm: sevdiğin biriyle evlenirsen ve hayatını yoluna koyarsan, bu seni başka şeyler yapman için özgür kılar.
bu da başka bir bakış açısı. bahsettiğim sonu gelmeyen analizleri, tartışmaları, dedikoduları ve soruları bitirmenin başka bir yolu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder