şu türk filminden bahsetmek istiyorum, daha önce de aynı fikirdeydim, geçen gün tekrar türkmax'de yakaladım ve bu sefer yazma ihtiyacı hissettim. filmin adını hatırlamıyorum, hiç öğrenmedim hatta, ama anlattığım zaman büyük ihtimalle hatırlarsınız.
kahramanımız türkan şoray, küçük bir kasabada yaşıyor ve çok mutsuz.
kendisiyle hiç ilgilenmeyen, cahil, kaba saba bir kocası var, muhtemelen görücü usülü evlenmiş. pek zengin falan da sayılmazlar.
yönetmenimiz bu genel çerçeveyi resmedip, bazı detayların altını abartılı şekilde çizerek (adamın kaba olması, türkan'a kötü davranması gibi) gözümüze soktuktan sonra, hikayeye esasoğlan cihan ünal giriyor. hiç bir filminde en ufak bir aksiyon yaratmamış, sakinliği ve sıkıcılığıyla içimizi bayan cihan abi, görür görmez türkan abla'ya aşık oluyor. yavaş yavaş flörtleşmeye başlıyorlar, büyük bir aşk başlıyor vesaire...
bu aşk zamanla etraftakiler tarafından fark edilmeye ve dedikodular yayılmaya, konuşulmaya başladığı andan itibaren, yönetmenimizin şöyle bir misyonu başlıyor: bu aşkı meşrulaştırmak. karşısındaki rakip ise çok güçlü; evlilik kurumu. filmin seksenlerin başı türkiyesi'nde çekildiğini de hesaba katarsak, maçın skoru belli aslında. ama yönetmen inanmış, maçı bırakmıyor.
bahsettiğim misyonu omuzladığı dakikadan sonra, filmin sonuna dek şu diyaloğa (ve hatta monoloğa) onlarca kez maruz kalıyoruz: "ama bizi yanlış anladınız."
bu cümle bir yandan sürekli tekrarlanırken öte yandan yönetmenimiz de sonuna kadar çiftin yanında, fark ediyorsunuz. hal böyleyken benim de izleyici olarak yönetmene bir çift lafım oluyor:
1- hangi bölümü yanlış anlıyoruz? aslında bu ikisi kardeş kardeş takılıyorlar da biz mi aşıklar zannettik?
2- eğer aşık olduklarını kabul ediyorsanız (ki etmelisiniz komik olmayın) neden kahramanlarınıza "bizim önümüzde hiç bir güç duramaz" karakteri vermediniz de ezdiniz, büzdünüz, maymun ettiniz? savunma olarak "çünkü orası bir anadolu kasabası"yı öne sürüyorsanız bu bir dilemma olmadı mı? hikayeyi baştan yırtın atın o zaman.
3- kadın karakterimize hafifmeşrep damgası vuran kasaba ahalisine karşı, türkan abla'nın arkasından, omuzu üzerinden parmağınızı sallayarak ahaliye savunma yaparken en büyük kozunuz "bizi yanlış anladınız" mı olmalıydı? bir kere bu yalan, doğru bir savunma değil, kimse inanmaz ki. en azından "ama onlar birbirine aşık"ı deneseydiniz. kasabalı için yine bir şey fark etmezdi fakat bir kaç burjuvayı kendi safınıza çekerdiniz belki.
4- ey taş kalpli yönetmen! karısı tarafından aldatıldığını kuşku götürmeksizin öğrenen bir adama hala bu kadar yüklenmek neden? benim nazarımda o adam o saatten sonra ne yapsa yeridir ama o bunların hiçbirini yapmadığı gibi sadece biraz küfrediyor, içiyor, kırıp döküyor. ve biz bu adamın eskisinden de daha kötü olduğuna, hatta neredeyse haksız olduğuna mı inanmalıyız? sebep olarak ne gösteriyorsunuz? filmin başlarında karısıyla biraz yüksek sesle konuşmasını mı? bir şey isterken "lütfen" kullanmamasını mı? yönetmen arkadaşım, sana şöyle bir sır vereyim: o adam karısını seviyor, başka bir kadınla ilgilenmiyor ve hatta aldatıldığını öğrendiğinde belli etmeden de olsa ağlıyor. ve biz türkan abla'yı mı haklı bulmalıyız?
film çevirmeden önce düşünmek lazım. neyin neyi sembolize ettiğini etraflıca imgelemek lazım. hadi bunların hiç birini yapmıyorsan en azından tarafsız olmak lazım ki izleyici kendi kararını kendi verebilsin.
böylece bir filmi daha etraflıca analiz ettik derken yönetmen arkadaşım bugün de bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimizi işaret ediyor. şimdi reklamlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder