30 Haziran 2009 Salı

yağmur

benim patron büyük adam cidden. geçen pazar ziyaretine gittim, bahçede oturup bir yandan çay içerken yine aynı konu üzerinde debeleniyoruz.
evlenmek lazım, çok geç olmadan çoluk çocuk sahibi olmak lazım, aile kurmak insanın hayatına başarı ve düzen getirir gibi doğruluğu bir baba çerçevesinden bakıldığında su götürmeyen öğütleri teslim alırken bir yandan başımı sallıyorum. ezberlemişim çünkü artık, şaşırtmıyor beni söyledikleri. şaşırtmak değil, üzerinde düşündürtmüyor bile. aynanın karşısına geçip bir kelimeyi devamlı tekrarladığında anlamını yitirmesine benziyor. evet diyorum haklısın. kafamı aşağı yukarı sallayarak dinlerken aslında omzunun arkasındaki leylandilere bakıyorum. çok uzamışlar bir senede diye düşünüyorum, geçen sene arkalarındaki ev gözüküyordu, şimdi tamamen kapatmışlar, doğal bir duvar oluşmuş. patronun karısı geliyor çayı tazelemeye, yanında börek ısıtıp getirmiş. o da başlıyor bir akrabanın bebeğini anlatmaya. çok tatlıymış, büyük adam gibi karşına geçip laf anlatıyormuş, zor yürüyormuş. o sırada yaz yağmuru başlıyor bir anda, çok hızlı şakır şakır yağıyor. bebek hikayeleri devam ederken eve nasıl döneceğimi düşünüyorum, motorla gelmişim çünkü. yağmur dinecek ama yollar sırılsıklam olacak.
patronun karısı kiraz yıkayıp getiriyor buzdolabından çıkartıp soğuk soğuk. yirmi sekiz yıldır annem. ne yiyeceğimi iyi biliyor.
ama artık devir değişti savunmalarına giriyorum kenardan kenardan. illa evlenmek zorunda değilim, hem bütün dünya bireyselleşiyor falan. sonra sözüm kesiliyor:
hayatın ne kadar boş olursa o kadar ağır olur, taşıyamazsın.
bilmiyorum anonim mi, bir yerde mi okudu, tamamen kendi mi uydurdu ama yağmur, eve dönüş, ıslanmak, hepsi kayboluyor bir anda zihnimden. gene mat olduk be baba n'aptın? bir değil iki değil üç değil. yapacak hamle bırakmadın bize. acımadı ki acımadı ki kalıbından çıkma bir cevap veriyorum gereksiz.
artık devir değişti'ye hep verdiği klasik cevabı da yineliyor: 2.000 - 2.100 yıl önce bir yunan filozofu demişmiş, "yeni nesil çok bozuldu."
müsaademi isteyip kalkıyorum, yağmur dinmiş, hava çok güzel kokuyor.
motora atlıyorum, eve giderken yolu biraz uzatıyorum. beşiktaş'a kadar inip tekrar yukarı çıkarken düşünüyorum:
bir adamın elinden alınabilecek en değerli şeyi özgürlüğüdür.
ve özgürlüğünün sınırlarını herkes kendi belirler. bazılarının alanı elli metrekaredir, bazısı sığamaz on dönüm yer ister.
bence en iyisi on dönümlük bahçen varken, yan komşun, on dönümlük bahçenin sahibesiyle beraber, geniş geniş yaşamaktır.

Hiç yorum yok: