4 Haziran 2009 Perşembe

memur

devlet dairelerine hastayım.
bu aralar çok işim düşüyor ilçe belediyelerine, sgk'ya, büyükşehir belediyesi'ne, tapu müdürlüklerine...
giriyorum içeri, mutluyum, huzurluyum, işimi halledip çıkacağım hemen ama yok, olmuyor. illa sana da ruhsuzluk, mutsuzluk aşılayacaklar. seni de o toz kokusunun karıştığı çay ocağı parfümüne alıştıracaklar.
süklüm püklüm, ayaklarını sürüyerek dosya çıkartmaya gidiyorlar, dosyayı çektiklerinde çıkan tozu sekiz - on yıllık gömleklerinden silkeliyorlar, yavaş yavaş hareket edip masalarına dönerken kayışının derisi sıyrılmış saatlerine bakıyorlar ve suratına bile bakmadan cevabı sadece fısıldıyorlar. kızamıyorsun da, öyle bir haldeler ki bir şey söyleyemiyorsun. bu sefer başlıyorsun hallerine üzülmeye. bir soru daha soracaksın çekiniyorsun, terslerler diye değil, üzüntünden. adam öyle bir halde ki, sanki bir soru daha sorsan olduğu yere yığılıp kalacak, son yumruğu sen vurmuş olacaksın. cidden üzülüyorum bu adamlara, kadınlara.
bir de suratına bakmadan sordukları trajikomik soruları var:

- n'apıcaksın o belgeyi?

sana ne güzel kardeşim, sana ne ruhsuz memurum, sorarken o kadar sıkılıyorsun ki zaten, cevabımı bile dinlemiyorsun, sana ne? gidip hazine müsteşarlığı'na versem ne fark eder senin için, muhtara versem ne farkeder? sen ver bana istediğimi, daha fazla karşında dikilmek istemiyorum, bir yerlerden verilme eşantiyon hesap makineni, ajandanı, kalemlerini görmek istemiyorum. hele yanında çocuğun varsa ona aptal aptal sırıtmak hiç istemiyorum.

- ne iş yapıyon sen?

her şeyden evvel ne bu samimiyet? ne bu özgüven diyeceğim ama sebebin o değil biliyorum. arada bir olağandışı bir şey isteyen bir vatandaş geldi mi; hayatına bir saniyelik de olsa renk, heyecan katıyorum onun da farkındayım ama ben senin ne iş yaptığını biliyorum diye senin de illa benimkini öğrenmen gerekmiyor ki. ödeşmemiz şart değil.

- bunun taahütnamesini hazırladın mı sen bi' kere? (sırıtarak)

yukarıda yazdıklarım senin için geçerli değil bey amca, hanım teyze. sen su katılmamış şerefsizsin, sana hiç üzülmüyorum, daha kötüsünü de hak ediyorsun. işimin olmaması ne kadar hoşuna gidecek biliyorum, uğraşmayacaksın böylece ama kötü haber amcacım, taahütnamesini de hazırladım, harcını da yatırdım, al bu da makbuzu.

yalnız ne olursa olsun memura bulaşmayacaksın arkadaş. ben onu öğrendim. düğmesi altı aydan başlar derler ya, dolaylı yoldan doğru. yoluna o kadar rahat taş koyarlar ki, çıldırır, saçını başını yolarsın, hiç bir şey yapamazsın. kadın senden bir evrak ister, fizana gitsen bulamazsın. o yüzden; tabii efendim, peki efendim, hemen hallederim efendim. memurum benim. canım.

Hiç yorum yok: