daha yeni bitti. utançla itiraf ediyorum, bitti ve ardından suç ve
ceza'yı 31. yaşımda okumaya başladım. ama şimdi kirpinin zarafeti'nden
ne anladık onu konuşalım. kitabın konusu, karakterleri vs. google'dan
iki saniyede bulunabilir, onlara girmeden direk özüne dalıyorum:
hayatın
anlamsız olduğu doğrudur, evet. ama bu anlamsızlık bizi mutsuzluğa
itmemeli, zira mutluluk ile anlamın illa aynı karede olması gerekmiyor.
hayat küçük küçük mutluluklardan oluşan büyük bir pastadır, pastaya
mümkün olduğunca çok parmak atmaya çalışmalısın. bunu da en kolay sanat
yoluyla yapabilirsin.
olmadı, kişisel gelişim kitabı önsözüne
benzedi.
diyor ki; mesela ben arabalardan keyif alıyorum. yolda
yürürken çok merak ettiğim bir arabayı görüyorum, tam da sevdiğim
açıdan, istediğim yakınlıkta. o an seviniyorum, mutlu oluyorum. işte
budur, daha fazlası değil, al bunu koy cebine, ikincisi için devam et
diyor. çok gözünde büyütme.
veya iki kişinin ortak zevklerde birleşmesi. illa karşı cins olmasına
gerek yok. zaten kitap boyunca sanırım arkadaşlıktan aşktan
bahsettiğinden daha çok bahsediyor. iki kişinin aynı filmi izlerken aynı
yoğunlukta keyif alması. bunun gibi ufak tefek mutlulukların toplamıdır
diyor. yani bu kadar sığ izah etmiyor tabii, bu benim anladığımı ifade
edemeyişim. başka şeyler de diyor, mesela:
"... işin kolayı
hep bulunur. gerçi ben bu yolu seçmekten hep tiksinmişimdir. benim
çocuğum yok, televizyon seyretmem, tanrıya inanmam. insanlar
hayatlarının daha kolay olması için bu patikaları seçerler. çocuklar,
kişinin kendisiyle yüzleşme acılı görevini ertelemesine yardım eder,
torunlar da bunu sürdürür. televizyon, boş hayatlarımızın hiçliğinden
yola çıkarak projeler inşa etmek gibi bitkin düşürücü bir zorunluluktan
bizi uzaklaştırır, gözleri aldatarak, ruhu duyunun büyük işinden
kurtarır. tanrı ise, memeli soyumuzdan gelen kaygılarımızı yatıştırır,
zevklerimizin günün birinde son bulacağı yönündeki dayanılmaz kesinliğe
dayanma gücü verir. dolayısıyla, ne gelecek, ne soy sop varken,
saçmalığın kozmik bilincini sersemleştirecek piksellerim yokken, sonun
kesinliği ve boşluğun öngörüsü içindeyken, kolaycılık yolunu seçmediğimi
sanırım söyleyebilirim."
diyor.
herman hesse diye alman bir şair vardı. lisede şiirlerini okuturlardı
bize. o da vaktiyle şöyle demiş:
“...yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti
yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. ama yavaş yavaş
anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı
istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir
kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar,
örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip
hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir.”
daha fazla adam bulayım mı? bunlardan çok var.