12 Ekim 2009 Pazartesi

okura mektup

sevgili okur, daha da sevgili yorumcu;

maalesef hayatın akışına, bir çok fikre (ve insanların bunları benimseme ya da benimsememesine), kemikleşmiş inançlara, sorgulanmadan kabul edilmiş yanılgılara, yani önceden dökülmüş binlerce kalıbın büyük çoğunluğuna müdahale edemiyoruz. geldikleri gibi geçip gidiyorlar önümüzden. çoğunda zaten söz hakkımız bile yok. ama benim en azından bu site sınırları içerisinde bir söz hakkım varsa, bunu sonuna kadar kullanmak istiyorum:

canım okuyucum, benim buraya yazdıklarım şahsi fikirlerim, benim bildiklerimdir. ben nasıl bilirim? görüp, yaşayıp bilirim. başımdan geçtiyse, ya da başkasının başından geçerken ben de oradaysam, bilirim. ve bu bir kere olduysa, artık o benim bildiğimdir. o benim için en doğrudur ve değişebilmesi için tek yol, benim yeni bir şey öğrenmem, bilmemden geçer. senin bildiklerinin vasıtasıyla benim bildiğimi değiştirmek imkansızdır.

yazdıklarımı takip edip bazen yorum, çoğunlukla e-mail yazıyorsunuz. fakat sevgili okuyucu, bunların neredeyse tamamında 'ben daha iyi bilirim', 'sen giderken ben dönüyordum', 'o işin aslı böyle, bundan sonra oradan referans alarak yaz' kokusu var. bu eleştirmek, tenkid etmek değildir. eleştirmek için en azından bir karşıt görüşün varlığı mecburidir. salak, sığ, beyinsiz. bunlar karşıt görüş değiller.

bahsetmek istediğim ve çok daha önemli olan ikinci konu ise, entelektüelite saplantısı. (konuya herkes, tüm insanlık dahil.)
bunun tedavisi için şunları hazmetmek gerekir ('bence' parantezinde konuşuyorum):
siyaset hakkında konuşmak, futbol hakkında konuşmaktan daha entelektüel değildir.
tarih ve felsefe hakkında konuşmak, arabalardan konuşmaktan daha entelektüel değildir.
norah jones dinlemek, sizi serdar ortaç dinleyenden daha entelektüel yapmaz.
insanlarda aydın algısı yaratmış yazarların isimlerini art arda telaffuz etmek sizi bir entelektüele çevirmez.

zaten entelektüellik çok da özenilecek bir şey değil, bir nevi akademisyenlik anlamına gelir. (tdk'ya göre: bilim, teknik ve kültürün değişik dallarında özel öğrenim görmüş kimse.) kaçımız akademisyen olmanın hayalini kurarız ki? hem çok zor, eziyet bir iş, hem de çok para kazandırmaz normal şartlar altında.

eğer konu entelektüel olarak yaftalanmak değil, sadece bir şeyler bildiğini ispatlamaksa, neden bu 'şey'ler hep tarih, felsefe ve siyaset müştereğinde toplanır? benim nazarımda (sadece örnek veriyorum) motorları çok seven, çok ilgilenen ve haklarında her şeyi bilen bir adama da felsefeye ilgi duyan adam kadar saygı duyulmalıdır. çünkü bir şeyi gerçekten seven, gerçekten çok ilgilenen ve hakkındaki her şeyi merak eden insan sayısı çok azdır. etrafınıza bir bakın, bence siz de fark etmişsinizdir. tek tüklüklerinden dolayı bu tür her adama saygı duyarım. yeter ki bir konuyu gerçekten sevsin.

ama bu, bu şekilde kabul görmüyor maalesef. ateşli şekilde bağırarak siyasetten bahsedenlere daha fazla prim veriyor toplum. biri tarihin bir bölümünden bahsedip olaya kendi yorumunu katınca siz de tamamen aynı fikirdeyseniz, evet bence de demek puan kazandırmıyor. mutlaka sizin de konuyu bildiğinize dair gereksiz bir kaç bilgi serpiştirmeniz lazım. süper fuzuli cümleler kurup ana fikri beslemeniz lazım ki, kabul edilesiniz.

yazdığınız yorumlarda da buna rastlıyorum bazen. bence de demek yerine, işi en başından alıp güzel bir kompozisyon yazıyorsunuz bana. bana, ben de biliyorum bunu diyorsunuz. ben bunu bilerek sizin gözünüzde bir yer kazanıyorum demek ki ki, siz de ben de biliyorum diyerek birilerinin gözüne girmek istiyorsunuz. (n'olur, ben kimsenin gözüne girmek için hiç bir şey yapmıyorum demeyin bana. çok rica ediyorum.) halbuki ben o'nu bildiğim için neden daha havalı olayım ki? bir yerde okumuşumdur, görmüşümdür, biri anlatmıştır dinlemişimdir. bir şeyi bilmek değil yorumlayabilmek önemlidir bence. zaten bilginin işe yaraması yorumlayabilme safhasında başlar. yoksa hiç kullanılmayan bir eşya gibi durur bilgi kendi kendine.

yani bu kalıplardan kurtulalım diyorum sevgili okur. ben de, ben de diye parmak kaldıran ilkokul öğrencisi gibi davranmayalım.

bu yazıyı, herhangi bir arkadaş toplantısında beni tanımayan ve 3.957. olduğunu bilmeden bana neden konuşmuyorsun, moralin mi bozuk diye soran kadına ithaf ediyorum.

6 yorum:

Kaan dedi ki...

"senin bildiklerinin vasıtasıyla benim bildiğimi değiştirmek imkansızdır."
fazla iddialı değil mi abicim şimdi bu.

admin dedi ki...

hocam cımbızla çekersen, bu şekilde yanlış tabii. açıklaması bir alt paragrafta. oradan şu iki anlam çıkar:
1- benim bildiklerimin değişmesi için yine benim bir tecrübe yaşamam gerekir.
2- benim bildiklerimin değişmesi için beni eleştirmen, karşıt görüşler sunman, beni ikna edebilmen gerekir. hakaret eleştiri değildir.

o cümleyle anlatılmak istenen ise, kafandaki kendi bildiklerinin bu yukarıdakiler olmadıkça bana bir faydası olmayacağıdır.

Kaan dedi ki...

tamamdır admin :)

Karhe dedi ki...

Biri bana demisti ki: 'Birinin bir baskasinin fikrini degistirmesi diye bir sey mumkun degildir. Insan ancak kendi fikirlerini degistirir. O yuzden her turlu tartisma temelinde anlamsizdir'.
Buna katiliyorum, ozellikle de tartismalarda insanlar karsisindakini dinlemek yerine konusmak icin sira bekledikleri icin. Hele de internet ortami bu bekleme isini bile gereksiz kiliyor.
Ha bir de su 'degerli bilgi-degersiz bilgi' konusunda fikirlerini cok tuttum. Benim bilimkurgu ve cizgi romanlar hakkindaki engin bilgim, niye milletin Dostolyevski-Tolstoy merakindan daha asagi olsun di mi ama?

gulfem dedi ki...

insanların fikirlerini söylerken kullandıkları kalıplar, tarzlar, izledikleri yöntemler vardır. Dolayısıyla bu yöntemler, özellikle de tanımadığın yorumcular tarafından kullanılırsa, sen bu durumu entellektüelite kaygısı, ya da beğenilme/onaylanma saplantısı olarak görebilirsin.bu da bi çeşit algıdır öyle değil mi?

Anonymous dedi ki...

senin yanlış öğrendiğin ama bildiğini sandığın birşeyi (bak dikkat et yanlış bildiğin demiyorum) doğrusunu söyleyerek değiştirebilirim, tecrübe etmene ya da haklı bir eleştiri olduğuna ikna olmana gerek yok. basit düşün. türkiyenin başkenti izmit midir ankara mı?