kadınlarla ilgili önemli bir şeyi fark etmem, tüm ailenin tek bir evde oturduğu doksanlı yılların ortalarına rastlar. bir cumartesi sabahı odamda oturmuş dergi okuyordum. hiç alışık olmadık bir şekilde ablam paldır küldür odaya daldı. ellerini beline koyup, şişmanlamış mıyım ben, diye sordu. 'ben'e vurgu yapılmış, cevabın hayır olması gerektiği aşikar sorulardandı. kabaca bakıp, öylesine, evet dedim. aslında her gün gördüğüm için böyle bir şeyi fark etmem imkansızdı. nasıl yani, çok mu şişmanlamışım derken arkasına dönüp kıçına bakmaya çalışıyordu. sesinden, hiç hoşlanmadığını anlayabiliyordum. onu bu kadar basitçe sinirlendirebilmek ve hatta üzmek çok hoşuma gitmişti (o sıralar pek anlaşamaz, sürekli kavga ederdik). dergiden kafamı kaldırmadan, evet yani, şişmanlamışsın işte dedim. hadi ya deyip çıktı.
akşamüstü arkadaşlarımla buluşmuş caddede dolanırken telefonum çaldı. arayan annemdi:
- oğlum, ablana sen mi söyledin şişmanlamışsın diye?
- ne?
- sen mi dedin buna şişmanlamışsın diye?
- dedim ben evet. niye ki?
- denir mi hiç öyle şey. yarın akşam falan görünce zayıflamışsın sen galiba de.
- taam.
pek anlam veremedim bu konuşmaya ama ablamın olayı dert ettiğini anlamıştım tabii. hoşuma bile gitmişti. bir iki saat sonra anneannem de arayıp aynı şeyi söyleyince keyfim kaçtı ama biraz. arkadaşlarımlaydım ve zırt pırt telefon çalıyor, ailemden birileri arıyordu. bu, o yıllarda yaratmaya çalıştığım havalı imajım için hiç iyi değildi. işin suyu asıl, akşam saatlerinde çıktı. o zamanlar cumartesileri de çalışan babam eve dönüşte olaydan haberdar olmuştu. muhtemelen annem güne ait bu lüzumsuz bilgi ile söze başlayıp beş dakika kadar çok gereksiz bir muhabbet çevirmişti telefonda. babam da sinirlenmişti ve haliyle çatabileceği bir tek ben vardım. hiç adeti olmadığı halde beni arayıp erkenden eve çağırdı. telefonda kavga etmek işe yaramadı, mecburen erkenden eve gittim. sabah ablama hiç önemsemeden verdiğim bir cevap yüzünden akşam erkenden arkadaşlarımdan ayrılıp eve gelmek zorunda kalmıştım. bunun intikamı ayrıca evde alındı tabii.
fakat yıllar evvel aldığım bu ders bana çok faydalı olmamış belli ki. geçenlerde bir arkadaşımla metrodan inip kanyon'un içine doğru yürürken karşıdan gelen kızı tanıyıp tanıyamadığıma karar veremedim. bu sık sık başıma gelir, surat hafızam sıfırdır. biraz daha yaklaşınca çıkardım. altı ay ya da bir yıl kadar önce tanıştığım bir kızdı. beraber yemek yemişliğimiz, içki içmişliğimiz vardı. hatta flörtleşmiş bile olabiliriz bilmiyorum, belki de bana öyle gelmiştir. ama kız fena halde şişmanlamıştı. yani, en azından on kilo diyeyim ben size. o da beni gördü ve 'merba naber'leştikten sonra aynen şöyle dedim: oooooo ne kadar şişmanlamışsın. yani, sen biraz kilo mu aldın değil. şişmanlamışsın galiba biraz da değil. düpedüz, üstüne basa basa ooooooo ne kadar şişmanlamışsın... kızın suratı düştü tabii, ne diyeceğini bilemedi. bir kaç önemsiz cümleden sonra tekrar yolumuza devam etmeye başladığımızda ben hala hiç bir şeyin farkında değildim. iki - üç adım attıktan sonra arkadaşım ellerini birbirine vurarak kahkahalarla gülmeye başladı. gülmekten nefes alabildiği boşluklarda 'ne dedin olm sen' diyordu. ancak açıklayabilecek duruma geldiği zaman dank etti. çok büyük bir hayvanlık yapmıştım.
burdan sana sesleniyorum metro çıkışında gördüğüm arkadaşım: kilo mu verdin sen?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder