14 Eylül 2009 Pazartesi

yabancı

adam cezaevinde iki yanında birer gardiyan eşliğinde yürüyen, elleri kelepçeli bir mahkum görmüş. mahkumu, yağmurlu bir sonbahar sabahı güneş doğarken idama götürüyorlamış, darağacına. başka kimsenin olmadığı avluda gardiyanlar eşliğinde darağacına doğru yürüyen mahkumu parmaklıklı bir pencereden izleyen adam, çok garip bir sahneye şahit olmuş. mahkum, yürürken bir su birikintisinin üzerinden atlamış. az önce yağmış olan yağmur yüzünden yerde oluşan su birikintisine basmak istememiş, üzerinden zıplamış, beş dakika sonra ölecek olan mahkum. hafızam beni yanıltmıyorsa bunun üzerine yazmaya karar verdiğini söylüyordu albert camus "yabancı"da.

yabancı'daki ana karakter (ki adını unuttum, google'da aramaya da üşendim.) ile nietzsche'nin nihilizmi birbirine çok benziyor bence. yabancı'da adam tüm dünyanın kendi kendine, kendisi olsa da olmasa da döndüğü ana fikrinden yola çıkarak insan hayatının amaçsızlığı ve anlamsızlığı üzerinde duruyordu. "sanki kendi hayatımı dışarıdan izliyorum" diyordu. kendine yabancılaşma fikri adamın içinde günden güne büyüyordu. toplumun mekanikleşmesi ve yaşamdan "yapılması gerekli (mecburi?) şeyleri" çıkardığında geride bir şey kalmaması konseptini vurguluyordu. biraz da anarşizm kokan bu konsept vurdumduymazlığa doğru meylederken nihilizm'le çakışıyor işte.

camus'nun romanını savaş zamanında yazmasıyla da ilgisi var bence bunun. yabancılaşma ve kendisinin sıfırdan yarattığı bir felsefe olan "kayıtsızca izlemek" (adını ben koydum, literatürde yok öyle bir felsefe), toplumun mekanikleşmesini bireysel hareketlerle engelleyememek ve bundan acı duymak, tüm bunlar savaşla ilintili olabilir. fakat burdaki kayıtsızlık, vazgeçme sonrası oluşan bir kayıtsızlık değil. öncesinde bir çaba yok yani. hatta bu kayıtsızlık vazgeçmeyi doğuruyor olabilir.

nietzsche'de de bir kayıtsızlık mevcut ama onun tam olarak bir sinonimi var: ümitsizlik. onunki çaba sonrası vazgeçmeye dayalı işte. sonrasında da ümit etmekten vazgeçmeye. kelimesi kelimesine böyle olmasa da şu anlama gelen bir açıklaması var: "insanoğlunun başına gelmiş en büyük belalardan biri ümittir. ümit etmenin sonucu üzüntüdür, hayalkırıklığıdır. ümit, insanı boş yere ayakta tutan bir uyarıcıdır."

bu insana ilk başta çok sert gelebilir. refleks olarak ilk verilecek tepki insanın ümitsiz yaşayamacağı, ve hatta inandığı bir şey olmadıkça hayatının anlamsız kalacağıdır. çoğu zaman da din tam bu noktada devreye girer. halbuki burada atlanan şey, nietzsche'nin felsefesinin başlangıcının değil, sonucunun ümitsizlik olduğudur. yani bunu yapabilmek için öncelikle insan kendini gerçekleştirebilmeli, üstinsan'a ulaşabilmelidir. sonrasında ümide hiç ihtiyacı olmadığını fark edecektir zaten.

demem o ki, camus nietzsche'den çok etkilenmiştir. nietzsche'nin ümitsizliğinden ve o çok ünlü "tanrı öldü" deyişinden. dünyanın geldiği son halindeki kötülüğe dahil olmayı reddetmiş, kayıtsızca dışarıdan izlemeyi tercih etmiştir. nietzsche'nin benim de çok katıldığım elitizminden başka da ayrıldıkları nokta yoktur bildiğim kadarıyla.

günün şarkısı: zeki müren - geceler

1 yorum:

Kelebek dedi ki...

Nietzsche "ümit kötülüklerin en kötüsüdür" dediğinde; sevdiği kadını en yakın arkadaşına kaptırmış olmanın acıları içinde kıvranırken, bir yandan kadın milletinden iğreti olmasını "hayat kadınları" ile bastırıyordu.
Bunun sonucunda da nitekim sevgili Yalom hocamızın "Nietzsche ağladığında" kitabında herkes migren vs sanıyor ya olayı, DEĞİL - adam ağır frengiden öldü. Belki migreni de vardı şimdi günahını almayalım ama hal böyle olunca da hem kalbin kırılmış, inancını yitirmişsin, kışkırtıcı-sevgiden yoksun bir ablaya sahipsin, baban ağır din adamıymış dinden soğumuşsun, vücudunda iğrenç bir hastalıkla savaşıyorsun...
Söyler misin şimdi bana bu adam "bir konu yaratıp güzelce atayım ortaya da öldükten sonra kitleler "vay be helal olsun adama, hakikaten de güzel demiş" desin diye mi yazdı bunları?

Din ve Tanrı inancı da olmadığı için, bedensel ve ruhsal çektiği acılardan sıyrılamadı ve bu ümitsizlik zehri nehrinde boğuldu üstad...

Bunları neden mi yazıyorum: "sonrasında ümide hiç ihtiyacı olmadığını fark edecektir zaten." cümlene karşılık şu soruyu sorsam sana: "Neden ölümle burun buruna gelmiş kişiler tebessümle kendilerini teslim etmek yerine hala hayatta kalmayı hayal ederler ve nasıl kurtulacaklarını ?"

Nietzsche'yi çok severim, içime sindiririm ama insanoğlu derine inmeden ellerinden kuvvet alıp yukarı itemezmiş kendini bunu da anladım. Yani o "ümitsizlik" hali kronik değil... Soruma cevap istiyorum ve yazmaya devam et diyorum...

Kalemine sağlık....