tüm dünyamın marksist olduğu, bütün yaşıtlarımın benimle her yönden eşit olduğu ilkokulun ikinci sınıfındaydık. devlet ilkokuluna gidiyordum ve 45 kişilik sınıfımızda her sınıftan çocuk varken biz hiç bir sınıftan haberdar değildik.
birden bir misket furyası başladı. bir gün biri bir torba misketle geliverdi ve bir anda bütün okul misket oynamaya koyuldu. fulya'yla bunu eleştirdiğimizi hatırlıyorum. fulya, benim o dönem hemcinslerim dışında konuştuğum, oynadığım ve güldüğüm "normal" bir arkadaşımdı. sanırım ikimiz de bir şekilde büyüklerin dünyasında erkek ve kızın normal arkadaşlıklarına şahit olmuş (olabildiklerini zannetmiş) ve kendi hayatımızda da bunu uygulamaya karar vermiştik. biraz garipti tabii. teneffüslerde herkes ya misket ya yakalamaç oynarken biz bir köşeden izleyip bunları eleştiriyorduk. yaşımıza göre fazla olgunduk. fulya biraz şişmandı sanırım. bu da "normal" arkadaşlığımızı rahatlatıyor, kolaylaştırıyordu.
her şeyin ve herkesin eşit olduğu bu sistemde problem şuydu ki, yalnızca kendi gerçek maharetlerinle tartılıyor, değerlendiriliyordun. ve bende kesinlikle misket oynama yeteneği yoktu. bu yüzden son zamanlarda fulya'yla daha çok takılmaya başlamıştım. bizimkilerden kopuyordum, acilen bir şey yapmam lazımdı. ne zaman harçlıklarımla bizim çocuklardan 5 - 10 tane misket alsam, sonraki ilk oyunda hepsini kaybediyordum. e haliyle de oyundan çıkmam ve tek başıma ya da fulya'yla oynamam gerekiyordu.
önce ananemi görevlendirdim çünkü annem böyle isteklerime bağırarak cevap verebilirdi. kadıncağızı iki - üç gün boyunca çarşı pazar dolaştırdım ama şimdi hatırlayamadığım bir sebepten misket almayı başaramadı. sanırım satılan yerleri bulamıyordu. benim de gündüz hayatım okuldan ibaretti, gündüzleri dışarı çıkıp ananemle beraber misket almayı hayal bile edemezdim. gündüzleri olmam gereken yer okuldu. hayat böyleydi. başka yol kalmadığından tüm riski göze alarak yılmaz'a gittim. bu oyunu en iyi oynayanlar yılmaz ve ismail'di, her ikisi de sınıfın en tembelleri ve öğretmenden en çok azar işitenleriydiler. yılmaz'a ananemden aldığım parayla gittim ve tam 150 tane misket almak istediğimi ama bunun aramızda bir sır olarak kalması gerektiğini söyledim. bir de fulya bilecekti tabii. tamam dedi, pazarlık yaptık, ertesi gün misketleri getireceğini söyledi.
ertesi gün biri iyi biri kötü iki şey oldu. yılmaz tarafından kazıklandım, ama öte yandan herkes misket oynamayı bıraktı. yılmaz bana yaklaşık 50 - 60 tane misket getirmiş ve bunların içinde diğerlerinden daha büyük ya da daha parlak olan bazılarının 10 misket - 15 misket değerinde olduğunu söyleyip genel toplamda söz verdiği gibi 150 misket getirdiğini iddia ediyordu. bense misket konusundaki cahilliğimden itiraz edemiyor ama bir şekilde kazıklandığımı da fark ediyordum. fakat sonuçta yılmaz'da daha fazla misket kalmadığından oynayamıyordu ve üstat oynamayı bırakınca bir anda herkes bu oyundan soğumuştu. ben de elimde bir torba dolusu (150 misket değerinde) misketle kalakalmıştım. bardağa dolu tarafından bakarsak bu eziyeti sonlandırmış, bir miktar rüşvetle eski neşeli hayatımı geri kazanmıştım. o misketler uzun seneler odamdaki bir kabın içinden bana bakarak yaptığım düzenbazlığı bana hatırlattı.
tekrar top oynamaya koyulduk, her şey yerli yerine oturdu ve fulya ile ben de yaşıtlarımız gibi çok daha seyrek konuşmaya, konuştuğumuzda da kavga etmeye, birbirimize salak demeye başladık. taa ki beşinci sınıfa kadar.
2 yorum:
bu yazı bana catcher in the ryeı hatirlattii...:)
Futboldan soğuman bu dönemlere denk geliyor heralde..:)
Yorum Gönder