23 Nisan 2010 Cuma

volkan konak

şu aşağıdakileri ciddi olarak ve samimiyetle söylediyse volkan konak'ı daha da çok seviyor, gözlerinden öpüyorum. geçen akşam saba tümer'e çıktı, bazıları ordan alıntı, bazıları da hakkında sağda solda okuduklarımdan:

"benim için gün fark etmez. pazartesi, perşembe, pazar... bana hepsi aynı, zaten haftanın hangi gününde olduğumu hiç bilmem."


"evet pepsi'nin bir milyon dolarlık reklam teklifini reddettiğim doğrudur. bize uymaz öyle şeyler, ne yapayım ki ben reklamda? sanatçıyım ben, şarkıcıyım."



"uçağa özgürlüğüm kısıtlanıyormuş gibi hissettiğim için binmem, yoksa korkudan değil. inanır mısın, ben korkuyu daha tatmadım. çok insani bir duygudur evet ama daha tatmadım, kısmet olmadı."
(doğru değildir muhtemelen ama ben hiç korkmam, ben cesur adamımdır demenin çok sempatik bir yolu değil mi? bu adamın dili kullanışını seviyorum.)


"ben şarkıcıyım, şarkı söyler, beste yaparım, başka da bir şey yapmam. keşke ülkede herkes sadece kendi işini yapsa."



"memleketteysem haftada 2-3 babamın mezarına giderim, özellikle akşamları. yalnız kalıyor adam, konuşurum, başında içerim."


bilmeyeniniz olabilir; "cerrahpaşa"yı kanser yüzünden aylarca hastanede yatan ve sonunda kaybettiği babası için bestelemiştir.

alakasız not: arabama binen orta yaş ve üzeri tüm adamları, bindikten yaklaşık 4-5 dakika sonra, ya biz de gençken meraklıydık tabii arabalara falan, benim de bi tane x'im vardı, devamlı y'ye gider orda toplanıp yarışırdık arkadaşlarla keh keh, sonra araya evlilik çoluk çocuk girince koptuk tabii, demekten men ediyorum.

15 Nisan 2010 Perşembe

otuza doğru

üniversite zamanı gezip tozduğumu, içtiğimi, çok eğlendiğimi falan hatırlıyorum. özellikle bahar ve yaz dönemlerini, okula giderken havadaki yaz kokusunu.
ama ne düşündüğümü, neye kafa yorduğumu hiç hatırlamıyorum. o kadar boş zamanı nasıl doldurduğumu hatırlamıyorum. tam olarak ne istediğimi de hatırlamıyorum. başından sonuna kadar bir günü hatırlamaya çalışıyorum, olmuyor.
şimdiye bakınca; o zamandan bu zamana, o kafadan bu kafaya gelmek için, pfiuuv en az 4-5 vesait lazım. vay anasını.

13 Nisan 2010 Salı

yumruk

ahmet türk'e yumruk atma olayından sonra, şu anda, cüneyt özdemir'in programında osman baydemir ve sırrı sakık konuşuyorlar.
osman baydemir orospu çocuğu diyor ki:
"biz yine de demokrasiden yanayız. hala daha olayların sokaklara dökülmesini engellemek için elimizden geleni yapıyoruz. sayın ahmet türk de hala barışı korumak adına olayları sakinleştirmeye çalışıyor" vs...

hayalimde, programı ben sunuyorum, konukları ben çağırmışım, canlı yayındayız. tam bunları söylerken ceketimin iç cebinden bu fotoğrafı çıkartıyorum, bir anda masaya koyup soruyorum:
"peki buna ne diyosun hafız?
anlatsana bi."

osman birkaç saniye kalakalıyor, sırrı toparlamaya çalışırken araya reklam giriyor, beni de işten atıyorlar, 'kovulduk ey halkım' diye geyik bir kitap yazıyorum, beş parasız kalıyorum.

sırrı sakık'ın ağzına pelesenk ettiği, "68 yaşındaki adama yumruk atan şerefsizler" argümanına çok iyi bir cevap okudum bugün: "bunların, 18 yaşındaki çocuğa kurşun sıkan şerefsizlerden daha şerefli oldukları kesindir."

11 Nisan 2010 Pazar

empati

şaka yapmıyorum, abartmıyorum, vizontele tuuba'yı belki elli sekiz kere izlemişimdir.
yine de hala daha evvel atladığım şeylere rastlıyorum.
mesela kütüphane müdürü tarık akan bir gece eve döndüğünde karısı salıncakta sallanıyor, elinde rakı kadehiyle.
tarık yanına oturuyor, farkediyor ki kadın biraz evvel ağlamış. ağlamışsın? diyor. kadın kafasını sallıyor.
tarık ne diyor? niye ağladın be, n'oldu, hayırdır bir derdin mi var, demiyor. sarılayım da geçsin yapmıyor.
"iyi geldi mi bari" diyor. yaa, öyle diyor. empati empati.

kağıt evler

emre aydın'ın yeni albümünü dinliyorum.
melankolinin cılkını çıkarmış, yavaş yavaş rock'dan uzaklaşıyor, ney güzel olmuş, favori şarkım 3, duymak istiyorum'a alışamadım, kulağımı tırmalıyor.
halka oynamış biraz, arabeske kaçıyor hafif. gözümün önüne orta anadolu şehirlerinin birinde çekyatın üzerinde discman'le bu albümü dinleyen liseli kızlar geliyor.
ilk röportajının ilk sorusunu tahmin edebiliyorum: emre, şarkılarında hep bir melankoli var, bunlar senin gerçek hayatını mı yansıtıyor, sana bu kadar acı çektirmiş kadın kim?
"kimse olmadı senin gibi", "hoşçakal", "tam dört yıl olmuş dün", "son defa"; bu ne emre gözünü seveyim, böyle albüm mü olur? diskografinde kaç kadın var, hepsinden mi kazık yedin?
adamı rakıya çağırma isteği uyanıyor ister istemez: toparla olm biraz kendini, olmaz böyle, bu ne hal...
dinleye dinleye üç noktalı cümleler kurmaya başladım yarım saatte.
tamam, hisli çocuksun, ama şiir yaz bırak o zaman, illa besteleyip albüm mü yapmak lazım?
gerçi 3 iyiymiş hakkaten. ney güzel, sonlara doğru giren gitarı da sevdim.

7 Nisan 2010 Çarşamba

roman

genelde roman veya hikaye okumayı tercih ederim. ara sıra da tarih kitapları, yakın tarih. ama bilgilendirici, eğiten, öğreten kitap okumuyorum pek; okul fobimden olabilir.
neden romanı daha çok seviyorum, bunu konuşuyorduk geçen bir yemekte.
çünkü başka hiç bir şekilde duyamayacağın, günlük hayatta hiç öğrenemeyeceğin bir şey gösteriyor: iç ses.
bence edebiyatı sinemadan daha güzel, daha derin yapan da budur. insanların iç sesini duyabilmek, bunu öğrenmek, görmek.
sonrasında empati kurabilmek. iletişim demiyorum, empati. sen empati kur, iletişim olmasa da olur.

4 Nisan 2010 Pazar

cemal süreya

cemal abi'nin sayısız evliliklerinden birinde karısına yazdığı mektup. belli ki bi haltlar yemiş:

zuhal'im, hayat!
hayatımsın. bunu bilmeni isterim. en önce bunu bilmeni. bir de şeyi bilmeni isterim: benden yanlış yere, yok yere kuşkulanıyorsun. sana hiçbir zaman hainlik etmedim ben. edemem. kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. hâlâ başım dönüyor senlen, seviyorum seni. her geçen gün daha büyük bir aşkla. n'olur, akkavakkızı, anla beni. bu sevgimi hor görme. kendininkine uydur, yakıştır. bu satırları ilk evimizin altındaki kahvede yazıyorum. ve ben seni o ilk günlerdekinden daha büyük bir tutkuyla seviyorum. biz iki ayrı ırmak gibi ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, yanıbaşımızdan küçük bir kol da alarak büyük bir nehir meydana getirdik; birlikte akıyoruz simdi. nicedir bu böyle. hep de böyle olacak. denize dökülene, ölene dek. bizim için tek koşul mutluluk olabilir. hiçbir şey bozamaz birliğimizi. "üçüz, gözüz biz." sen de öyle düşünmüyor musun? ne tuhaf, son bir iki ayda seni, benden biraz uzaklaştın, araya mesafeler, tedirginlikler sokuyorsun diye düşünürken, o sırada sen de aynı şeyleri düşünüyormuşsun. bunlar askın halleri, askın zaman kişinin önüne çıkardığı ezinçler, üzünçler herhalde. bunu böyle yorumlamak gerekir. bir de seviyorum seni. tek dalımsın. memo'yla birlikte, ama ondan da öncesin. bunu böylece bilesin. bilinmelidir bu.
kahvenin önünden otomobiller geçiyor. bir tane de at arabası. seni düşününce o atı da seviyorum. çay içiyorum. artık ıhlamur içeceğim. ne yumuşak, çağrışımlı, bağışçı, düşçül şeydir ıhlamur. evimizin önünde bir ıhlamur ağacı olsun. sen saksıda da yetiştirebilirsin ıhlamuru. gece yatakta memo'yla hep seni konuştuk. susunca seni sustuk. uyuyunca seni uyuduk.
akşamları eve döneyim, kapıyı sen aç: gözlerin...
memo okuldan dönmüş olsun. kaçıncı sınıfta olsun?
duygulu bir adamım ben. bir film görmüştüm eskilerde; bir fransız filmi; adı: "jesuis un sentimental." o filmdeki adam gibi miyim nedir?
öfkem belli olur, coşkum ortaya çıkar da sevincim, üzüncüm dibe akar, orda büyür.
yalnız seninle güçlüyüm. sen olmasan bir anlamım olamaz. sev beni.
yasayacağız.
her şeyimi sana borçluyum. sana rastladığım sıralar yıkıntılıydım. sen onardın beni. tuttun elimden kaldırdın. ben de ekmek gibi öptüm alnıma koydum seni, kutsadım.
aşk büyüdü, aşk!
sen hastanedeyken her gün yazacağım sana. seni nice sevdiğimi anlatacağım.
yüzüğünden öperim.


aynı karısına yazdığı bir şiirden:

kim istemez mutlu olmayı
ama mutsuzluğa da var mısın?


"sevda şiirleri" kitabını tavsiye ederim. adından çok daha orjinal şiirlerle dolu.
görmek ve duymak isterseniz (sesi, seslendirme sanatçılarına çok benzemiyor mu?), benim bulabildiğim tek görüntü budur.

adam programda bile sigara peşinde.

not: sırf teoman'ın gazıyla çölde çay'ı izledim, kötü film. çok uzun, çok sıkıcı. bir - iki diyalog haricinde izlemeye değmez.