27 Aralık 2011 Salı

cemiyet hayatına çözümler

tuvaletteki klozetin yanında duran her an okunmaya hazır araba dergisi veya "hafif" kitap her sabah duştan çıkan su buharı vasıtasıyla yavaş yavaş şekil değiştiriyor, eğilip bükülüyor, bir zaman sonra okunması iyice keyifsiz hale geliyor. engellemek için kitapları dışarı çıkarmak, klozet kullanımından önce yanına almak çözüm değil, kullanışsız bir kere. unutuluyor, kalkıp yeniden almak gerekiyor. su buharı kitapları etkilemesin diye duşu kapı açıkken almak sağlıksız, içersi soğuyor, aynı zamanda randımansız, su buharı yine de yapacağını yapıyor.

özellikle dergiler, "kuşe" kağıtlar çok daha fazla etkileniyor, iki duşta yamuluyorlar. peki çözüm? iki banyolu ev. birinde hacet giderme, diğerinde duş.

bülent arınç

sokakta yürüyen vatandaşımıza mikrofon uzatıp "şu andaki meclis başkanımız kim ehehe" diye sorma parodisine üç sebepten gülmüyorum:

1- gülünecek bir şey değil.

2- bu daha önemli. kimse güncel politikayla ilgilenmek zorunda değil. hele ki şahıslarla ilgilenmek zorunda hiç değil. kurumun resmi ideolojisi (ki bunun varolması ayrı bir tartışma konusu), görev tanımı, yetki ve yaptırımları veya tarihi ile ilgili değil, özellikle isimlerin ve makamlarının, görev sürelerinin üzerinde durulması, günümüzde neredeyse magazin eşiğine inmiş bu çerçöp bilginin olması gerekenmiş, vatandaşın özlük hakkıymış, eğer ilgilenmezse cahilmiş cühelaymış hissiyatının bize boş yere pompalanması yine ve yeniden medyanın ürünü. bana kalırsa güncel siyaset en bilmememiz, en uzak durmamız gereken. keza çoğu ulusal gazete.

3- vatandaşa görev tanımı ya da yetkisi sorulduğunda onu da bilemeyeceği gerçeği gülme şevkimizi en başından yok etmeli, bizi üzmeli, hüzünlendirmeli.

25 Aralık 2011 Pazar

tamam

demin izlediğim filmde 16 yaşlarındaki karakter, buralardan bir an önce gitmeliyim, şehre gidip para kazanmalıyım dedi, dediğini yaptı, kasabasını terk etti.
kendisi ve etrafındaki birkaç kişi için çok önemli bir karardı.
olgunlaşma ve sorumluluk sahibi olmanın etrafındakiler tarafından ölçülebilir bir endeksi olsaydı, formülünün içinde mutlaka "karar verme"yi de bulundururdu. ne kadar önemli kararlar verebiliyor ve sonrasında uygulayabiliyorsan, o kadar olgunsun.
karar verme ve bir şeyi diğerine tercih etme sürecinde (ya da en azından sonucunda) yalnızsın. olgunlaşman için gerekli bir etken. bir tercihin sonucuyla tek başına karşı karşıya kalmak, sonuç iyiyse de kötüyse de, senin için faydalı.
karar verirken bilgi, tecrübe ve ileri görüşlülüğe de ihtiyacın var. e bunlar da olgunluğun sözlük tanımına uyuyor.

yani iyi ya da kötü, bir karar ver. ortada duran ortada kalır.

23 Aralık 2011 Cuma

sımayli

aşağı yukarı altı senedir elektronik dünyanın hiçbir ortamında (sms'inden e-mail'ine, facebook'undan ekşisözlük'üne) gülümseme, üzülme veya şaşırma ifadeleri kullanmıyorum. iki nokta ve parantezi ekrana sadece gerekli yerlerde, gerektiği zaman yazıyorum. bu yüzden çok yanlış anlaşıldım, çok hor görüldüm. şakalarım anlaşılmadı, ciddiye alındı, açıklayıcı mesajlar atmak zorunda kaldım. yeri geldi küstüler, yeri geldi arkamdan kaba dediler, kendini beğenmiş dediler. yine de geri adım atmadım, iki noktayı sadece bir şey açıklamak için kullandım. bununla gurur duyuyorum. illa gülmem icap ederse de şöyle gülüyorum: hahahaha.

20 Aralık 2011 Salı

bu aralar bu konularla ilgileniyorum

kurumsallaşmanın doğruluğu veya yanlışlığı, gerekliliği ve önemini ayrıca tartışırız ama firmanın kurumsal olup olmaması için patron veya genel müdüre sorulacak "detay" seviyesinde bir soru yeterli olacaktır. detay sorusuna cevap verilebiliyorsa, adam firmayla ilgili her boku biliyorsa, kurumsal değildir. o konuyla x hanım ilgileniyor ve anında cevap verilemiyorsa kurumsaldır, kurumsallığa geçiş sürecindedir en azından.
tüm bu konuları bakkal dükkanı gibi işletilen bir firmadan, dışardan dışardan çözmeye çalışmak da zordur.

19 Aralık 2011 Pazartesi

rocky balboa

adrian, evlendikleri ilk günden itibaren rocky'nin dövüşmesine karşı çıkar.
halbuki flört ettiği ve sonrasında evlenme teklifini kabul ettiği adam boksördür.
biz izleyiciler de adrian'a içten içe sempati duyarız çünkü kadın ne de olsa rocky'nin iyiliğini istemektedir. kadın iyi kalplidir. mı acaba?

hafta sonu art arda rocky 1, rocky 2 ve rocky 4'ü izledim. çıkardığım sonuç adrian'ın mıymıntı bir geri zekalı olduğudur.
5 seri boyunca altı çizilen gerçek, rocky'nin ne çok yetenekli ne de çok güçlü olduğu ama çok dayanıklı ve iradeli olduğudur. rocky vazgeçmez. çok çalışır. beyinsiz adrian ne yapar? daha işe başlamadan verir negatif enerjiyi, verir kösteği, adamın da çalışma azmini köreltir.

adrian'ın geri zekalı olduğunu şöyle de anlayabiliriz: rocky konulara yüzeysel yaklaşıp problemi mesnetsiz diyaloglarla geçiştirir, konuşmak istemez, ciddiyetle konuşmaktan hoşlanmaz. ama arka planda aksiyona geçer problemi aşmaya sorunu çözmeye çalışır. bu sırada da defaten konuşmak isteyen adrian durumu 5 seri boyunca (ikişer saatten on saat boyunca) anlamaz ve rocky'i kalın kafalılıkla, umursamazlıkla, düşüncesizlikle suçlar. çünkü klasik kadın kafasıyla bir konuşsalar her şeyin hallolacağına inanmaktadır. halbuki daha seksenlerde bile devir laklak değil, aksiyon devridir. konuşarak problem çözülmez. ah adrian vah adrian.

anton pavloviç çehov

eğer 19. yüzyılda yaşasaymışız karımızı kızımızı çehov'dan uzak tutmalıymışız.
50'den fazla hikayesini okudum, en az 35'inde ana karakter ya evin hanımı, ya arkadaşının karısı, ya da evdeki kız çocuklardan biriyle sevişiyor.
önemli istatistikler bunlar, dikkat edilmeli.

14 Aralık 2011 Çarşamba

tatil için çalışıyoruz

arkadaşlarını, tatile gelirken yanında diş macunu getirenler ve getirmeyenler olarak ikiye ayırabilirsin.
diş fırçası getirip de diş macunu getirmemek hadisenin üzerindeki unutkanlık bahanesini ortadan kaldırıyor. burada bir bencillik, faydalanmacılık söz konusu. diş macununu arkadaşının asgari müşterekten sayıp her seferinde yanında getireceği tahminiyle yanına almamak üç, beş, on beş tatilden sonra terbiyesizlik sınırlarına dayanabilir, arkadaşlığı zedeleyebilir.
ben şimdiye kadar hep 'getirmeyen' grubuna dahildim. her gün dişlerimi fırçaladığıma göre, demek ki her seferinde birileri mutlaka getiriyordu.

son tatil için bavulumu toplarken diş macunum gözüme çarptı. sıhhi alet çantama sığıyordu. bitmesine az kalmıştı. neden bu defa da ben götürmeyeydim? ordayken biterdi, atar ve geri getirmek zorunda da kalmazdım. görev bilincimle çantama ekledim, fermuarını kapattım.
otele varınca anlaşıldı ki, benden başka hiç kimse diş macunu getirmemişti. arkadaş grubu olarak çıktığımız belki 58 tatilde dişlerimizi hiçbir gün fırçalamamazlık etmemiş ama diş macununu kah ali, kah veli, kah ben getirmiştim, sorun hiç çıkmamıştı. demek ki biz iyi arkadaştık, diş macunu paydasında bile birleşebiliyor, yalnız kalmıyorsak, nerede sorun çıkabilirdi ki?

şampuanda. kimse şampuan getirmemişti. kimi kepeğe karşı etkili, kimi saç dökülmesine karşı, kimi de vücut şampuanını saç şampuanından ayrı kullanmak istiyordu. sonunda ortak bir şampuanda karar kılıp aldık. fakat şampuanın odalararası dolaşımında sıkıntı çıktı bu sefer de. poşetlere böldük, pet şişeleri kestik yine de arkadaşlığımızdan ödün vermedik.

şampuan, diş macunu, jöle. bunlar önemli detaylar. tatilde daha da önem kazanıyor.

not: filmekimi'nde izlemediğim, sonradan korsan dvd'sini aldığım snowtown'u mutlaka izleyin. biriyle beraber, yalnız olmaz. özellikle "john"un performansına hayran kalacaksınız.

5 Aralık 2011 Pazartesi

hakan günday

kitabı kinyas ve kayra beklediğim kadar kötü çıkmadı. hatta bazı bölümleri için iyi bile diyebiliriz:

..."düşün! bize matematik dünyasının kurgusal ve sonsuz olduğu öğretildi. bunu kabul ederim. 1'den sonra 2 gelir dendi. bunu da kabul ederim. ama sonra, 1 ile 2 arasındaki sonsuzluğu düşündüm. peki o nereye gitti? irrasyonel sayılar varken bir sayıdan sonra diğer bir tam sayı nasıl gelebilir? eğer 1'den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konabiliyorsa 2 nasıl gelir? işte! soru bu! yanıtsız bir soru. ve işte matematiğin hatası! dolayısıyla matematik yok. onun üzerine kurulmuş dünya düzeni de yok...

ama ben anlayabilirim. anlayabilirim bu sorunu. ve o zaman ortaya yaklaşık sayılar çıkar. yani hiçbir sayı tam değildir. hepsi tama yaklaşır. ama varamaz. demektir ki, 1.9999'u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. ve dünya da aslında tam gibi görünürken, aslında bir irrasyonellik harikası. işte bunun için hayat yoktur. olsa dahi o da irrasyoneldir! yani anlamsızdır. ne bir başlama nedeni, ne de bir oluş nedeni vardır. evrende uçuşan kocaman bir irrasyonellik. tabii ki dünyanın bir anlamı olması gerekmiyor. belki de onu anlamlandıran üzerinde yaşayan akıl sahibi yaratıklardır.  ama onların da bizi getirdiği nokta ortada!"


bardağın hep boş tarafını görür bir ruh hali var.

4 Aralık 2011 Pazar

r.e.m.

uzun fikir teatilerinin sonunda, insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı en iyi şarkının losing my religion olduğuna karar verdim. bu kararı vermek kolay olmadı. ama dört dakika yirmi dört saniye süren şarkının bir saniyesinde bile sıkılmadığımı, nakaratı beklemediğimi fark ettim. tek bir saniyesinde bile sıkılmadığım başka şarkı gelmedi aklıma.

1 Aralık 2011 Perşembe

ağaçlar ormana dönmeli yurdumda

ofisi sempatikleştireyim dedim, ikea'dan yapma çiçek aldım, önümdeki kısa dolabın üstüne koydum.
şimdi çiçek bana bakıyor, ben çiçeğe bakıyorum.
çiçeğin gerçeğiyle imitasyonu arasında insanın ruh haline etkileri açısından dağlar var.
plastik insanı düşündürüyor.
he hiç hayatımda gerçek çiçeğim oldu mu, olmadı. ilkokulda pamuktan fasulye yetiştirdiydim en son.
ama orda burda gördüğüm gerçek çiçekler düşündürmüyor, bu düşündürüyor.