aşağıdakileri 16 yaşında bir kızın günlüğünden çalıp okusanız hiç hayret etmeyebilirsiniz ama 30 yaşında, geç ergen ben, belki şaşırtabilirim:
annemin söylediklerini anlamaya başladıktan ve ardından konuşmayı çözdükten hemen sonra süresiz eğitim hayatım başladı. tuvalet eğitimiyle muhtemelen.
sonra ilkokul'a yazılıp öğrenim hayatıma da adım attım ki bu bende tam tamına - aralıksız - 19 ( yazıyla on dokuz) sene sürdü. istatistiklere göre bu rakam, dünyada yaşayan canlıların yüzde yetmiş üç nokta dört yüz on altı'sının yaşam sürelerinden daha uzun. öğrenim hayatımda diğer her türlü "eğitim"e de maruz kaldım tabii, sırf teorik öğrenimle yetinmedim. ezberciliğe karşı gelen özgür ve kural tanımaz karakterim pratiğimin de gelişmesinde faydalı oldu. öte yandan ailem tarafından terbiye ve görgü kuralları aralıksız verilmeye devam edildi.
velhasıl yirmi altıncı yaşımın ikinci ayında tüm öğrenim ve eğitim hayatım sona erdi, "gerçek hayat"a başladım.
sorum şu: yani yirmi altı yaşıma kadar süren tüm bu zorlu hazırlık süreci, bunun için miydi? en az beş yüz sınava girdim, bugüne mi hazırlanıyordum? bu mudur yani güzel kardeşim? niye bu kadar çekindiniz bundan, niye korkuttunuz bizi o kadar sene öcü möcü diye? bir numara yok ki bunda? yekününü bir senede anlatsanız da olurdu, hemen kavrardım.
olay "gerçek hayat"ın çok kolay olduğu ya da benim lay lay lom bir adam olduğum değil. olay yaptığım işin ya da özel hayatımın bana aksilik çıkarmaması, rayında gitmesi de değil. hayat zor, hepimize ayrı ayrı zor. başka şeylerden zor. olay, en geniş parantezde alacağın gerçek hayatın (tırnak içinde) verilen eğitimin karşısında kofti kalması, onun karşısında dik duramaması. anglo-saksonların deyimiyle hazırlıklarımızın overrated olması. ama daha da önemlisi ikisinin birbirini tutmaması. eğitimin karşısında boşluk var, hayatın karşısında başka bir boşluk. dişliler birbirine oturmuyor. bu aralar derdin nedir ozan'ım, sıkıntın mı var derseniz cevabım bu.
oooooh hayat sana güzel ozan. okul başka hayat başka tabii ozan. demek ki kendini gerçekleştiremiyorsun ozan. okul sana perspektif kazandırır ozan. o zaman potansiyelini kullanamıyorsun ozan. sen gel bir de benim hayatıma bak ozan.
29 Haziran 2011 Çarşamba
28 Haziran 2011 Salı
değer
oturdum herhangi bir "şey"in değerini ölçmeyi standardize etmeye çalıştım, aşağıdakilere ulaştım:
önce hammadde:
mayasının iyi olması lazım. mayası kötüyse baştan hiç başlama. ne yapsan değersiz.
sonra işçilik:
üzerinde kalifiye işçinin çalışmış olması lazım. düz işçiyle olmaz. sanatkar birinin elinden çıkmalı.
harcanan emek ve zaman:
sonucun ne kadar değerli olacağıyla pozitif korelasyonda olan tek bölüm burası. ne kadar çok emek, ne kadar çok zaman, o kadar değerli sonuç.
mucit olduğum söylenemez ama üzerinde düşündükçe tanıma uymayan örnek bulamamak zevkli.
ha bir de çok nadir olması faktörü var. ama o yukardakilerin sonucu zaten, değil mi? [soruyla bitiriyorum ki yorumlara açıklığım belli olsun.]
önce hammadde:
mayasının iyi olması lazım. mayası kötüyse baştan hiç başlama. ne yapsan değersiz.
sonra işçilik:
üzerinde kalifiye işçinin çalışmış olması lazım. düz işçiyle olmaz. sanatkar birinin elinden çıkmalı.
harcanan emek ve zaman:
sonucun ne kadar değerli olacağıyla pozitif korelasyonda olan tek bölüm burası. ne kadar çok emek, ne kadar çok zaman, o kadar değerli sonuç.
mucit olduğum söylenemez ama üzerinde düşündükçe tanıma uymayan örnek bulamamak zevkli.
ha bir de çok nadir olması faktörü var. ama o yukardakilerin sonucu zaten, değil mi? [soruyla bitiriyorum ki yorumlara açıklığım belli olsun.]
19 Haziran 2011 Pazar
çocuklar gibi
bu aralar radyoda sezen aksu'nun bir şarkısının cover'ına denk geliyorum, kim söylüyor bilmiyorum, ama şarkıyı hatırlattığı iyi oldu. zira çok iyi. sezen'ininkini burdan dinleyebiliriz. fakat bunu niye anlatıyorum? çünkü bilmezsiniz, sözler kimin? kimin şiiriymiş? sabahattin ali'nin. yaaa, yaa. tamamı şöyle;
bende hiç tükenmez bir hayat vardı
kırlara yayılan ilkbahar gibi
kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
göğsümün içinde ateş var gibi
bazı nur içinde, bazı sisteyim
bazı beni seven bir göğüsteyim
kah el üstündeydim, kah hapisteydim
her yere sokulan bir rüzgar gibi
aşkım iki günlük iptilalardı
hayatım tükenmez maceralardı
içimde binlerce istekler vardı
bir şair, yahut bir hükümdar gibi
hissedince sana vurulduğumu
anladım ne kadar yorulduğumu
sakinleştiğimi, durulduğumu
denize dökülen bir pınar gibi
şimdi şiir bence senin yüzündür
şimdi benim tahtım senin dizindir
sevgilim, saadet ikimizindir
göklerden gelen bir yadigar gibi
sözün şiirlerin mükemmelidir
senden başkasını seven delidir
yüzün çiçeklerin en güzelidir
gözlerin bilinmez bir diyar gibi
başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi
bende hiç tükenmez bir hayat vardı
kırlara yayılan ilkbahar gibi
kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
göğsümün içinde ateş var gibi
bazı nur içinde, bazı sisteyim
bazı beni seven bir göğüsteyim
kah el üstündeydim, kah hapisteydim
her yere sokulan bir rüzgar gibi
aşkım iki günlük iptilalardı
hayatım tükenmez maceralardı
içimde binlerce istekler vardı
bir şair, yahut bir hükümdar gibi
hissedince sana vurulduğumu
anladım ne kadar yorulduğumu
sakinleştiğimi, durulduğumu
denize dökülen bir pınar gibi
şimdi şiir bence senin yüzündür
şimdi benim tahtım senin dizindir
sevgilim, saadet ikimizindir
göklerden gelen bir yadigar gibi
sözün şiirlerin mükemmelidir
senden başkasını seven delidir
yüzün çiçeklerin en güzelidir
gözlerin bilinmez bir diyar gibi
başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi
16 Haziran 2011 Perşembe
telif
evrensel kurallara göre, bir sanat eseri, üzerinden 70 yıl geçtikten sonra topluma mal olurmuş. istediğin gibi çoğaltabilirmişsin, telif hakkı ödemen icap etmezmiş.
sanatçı kürsüsünden bakarsak;
ters tabii. diğer her konuda mülkiyet hakkın var. mülkiyeti takiben miras hakkın var. ama burda yok. 70 yıl sonra daha da para mara alamıyorsun. halbuki ben bunu çocuğuma miras bırakmak istiyorum? çocuğuma daire bıraksam ömrü boyunca kira alabilecek. tablo bırakıyorum, zamanı dolunca beş kuruş alamıyor. niye? sanatın topluma mal olması, bu güzellikten herkesin faydalanması lazım diye. bana ne? sokarım öyle topluma derim ben sanatçı olsam.
toplum kürsüsünden bakarsak;
çok iyi. mona lisa'yı al çoğalt, çoğalt, herkes görsün, herkes inceleyebilsin, herkes keyif alsın bu güzellikten. parası olan da olmayan da. resime merak duyan da duymayan da. zaten bireyin toplumda değeri, bireyin topluma sağladığı fayda kadar. biz ona çok değer veririz, çok saygı gösteririz, yeter ki bize eserlerini beleşe göstersin. bizi bu zevkten mahrum bırakmasın. sanatçıya saygımız sonsuz. öyle aç maç da bırakmayız, dernek falan üç beş kuruş toplar veririz olmadı.
pekiii, bir de tüm bunları düzenleyen otoriteye bakalım: sen otoritesin, dedin ki böyle bir güzellik var, bunun kafasını tek başına yaşayamazsın, buna hakkın yok, hepimize göstereceksin, hepimiz faydalanacağız dedin. bir kere adı üstünde otoritersin, hafif faşizme bile kaçıyorsun. ben sanatçı olsam, beni paylaşmaya zorlasan, sormaz mıyım sana niye illa benimkini paylaşıyoruz? o zaman seninkini de paylaşalım, öbürkününkini de paylaşalım, onlar da güzel. sanatçıyız diye suç bizde mi? zanaatkar olsak, ürettiğim rulmanı millete bedava mı dağıttıracaktın? bu kanunu öğrendikten sonra kafamdan geçen sorular bunlar.
sanatçı kürsüsünden bakarsak;
ters tabii. diğer her konuda mülkiyet hakkın var. mülkiyeti takiben miras hakkın var. ama burda yok. 70 yıl sonra daha da para mara alamıyorsun. halbuki ben bunu çocuğuma miras bırakmak istiyorum? çocuğuma daire bıraksam ömrü boyunca kira alabilecek. tablo bırakıyorum, zamanı dolunca beş kuruş alamıyor. niye? sanatın topluma mal olması, bu güzellikten herkesin faydalanması lazım diye. bana ne? sokarım öyle topluma derim ben sanatçı olsam.
toplum kürsüsünden bakarsak;
çok iyi. mona lisa'yı al çoğalt, çoğalt, herkes görsün, herkes inceleyebilsin, herkes keyif alsın bu güzellikten. parası olan da olmayan da. resime merak duyan da duymayan da. zaten bireyin toplumda değeri, bireyin topluma sağladığı fayda kadar. biz ona çok değer veririz, çok saygı gösteririz, yeter ki bize eserlerini beleşe göstersin. bizi bu zevkten mahrum bırakmasın. sanatçıya saygımız sonsuz. öyle aç maç da bırakmayız, dernek falan üç beş kuruş toplar veririz olmadı.
pekiii, bir de tüm bunları düzenleyen otoriteye bakalım: sen otoritesin, dedin ki böyle bir güzellik var, bunun kafasını tek başına yaşayamazsın, buna hakkın yok, hepimize göstereceksin, hepimiz faydalanacağız dedin. bir kere adı üstünde otoritersin, hafif faşizme bile kaçıyorsun. ben sanatçı olsam, beni paylaşmaya zorlasan, sormaz mıyım sana niye illa benimkini paylaşıyoruz? o zaman seninkini de paylaşalım, öbürkününkini de paylaşalım, onlar da güzel. sanatçıyız diye suç bizde mi? zanaatkar olsak, ürettiğim rulmanı millete bedava mı dağıttıracaktın? bu kanunu öğrendikten sonra kafamdan geçen sorular bunlar.
14 Haziran 2011 Salı
hayri irdal
ortaokul müfredatına eklemlenmiş ahmet hamdi tanpınar'ın, hiç bir şey olmasa ismi itibariyle, bu kadar komik ve ironik olabileceğini tahmin etmezdim.
"saatleri ayarlama enstitüsü" ile ilgili orda burda okuduğum yorumlara pek katılmıyorum. nedense ısrarla cumhuriyet dönemindeki doğu-batı arasında kalmışlıktan bahsediliyor. bence alakası yok. beceriksiz, güçsüz bir adamın kayıtsızlığından; hem para, hem dostluk, hem de aşk gibi astrolojide önem arz eden tüm konularda dışarıya ve kendine yabancılaşan, ama bunu büyük kara mizahla yapan bir adamdan bahsediyoruz. gerçi ben de sevdiğim her karakteri illa nihilist ilan ediyorum. ama hayri irdal'ın en sevdiğim tarafı, diyalog esnasında kafasından bambaşka şeylerin geçmesi. bir de aşık olunca çok komik oluyor. mesela;
(aşık olduğu patronunun karısı selma hanım'ı hasta ziyareti esnasında)
- geçmiş olsun efendim...
şakaklarım atıyor. bir şeyler daha bulup söylemem lazım. fakat ne söyleyebilirim? küçük kızımın bu sabah ateşi otuz sekizdi, yüzü çok değişikti. fakat selma hanım'a bunlardan ne? şimdi ben evimde olmalıydım. ama burada olduğum için mesudum.
...
...
hastalık muhakkak ki yakışıyor. aksırma hiç güzel olur mu? amma, elimden gelse alıp götüreceğim, yatağımın baş ucuna avize diye asacağım.
- üşüyeceksiniz hanımefendi!
- hayır. oda sıcak.
oda sıcak, fakat siz yine örtünün, kollarınızı, boynunuzu, göğsünüzü örtün. yatakta örtüler altında şekliniz kaybolsun. vücudunuzu gizleyin ki bu köpek sadakati bende devam etsin. yoksa, yoksa...
...
...
bir kahkaha daha. bu kahkahayı da götürmeliyim. fakat bunu nereye asarım?
bir de ilk karısı emine'yi sevdim. çok iyi kadındı.
"saatleri ayarlama enstitüsü" ile ilgili orda burda okuduğum yorumlara pek katılmıyorum. nedense ısrarla cumhuriyet dönemindeki doğu-batı arasında kalmışlıktan bahsediliyor. bence alakası yok. beceriksiz, güçsüz bir adamın kayıtsızlığından; hem para, hem dostluk, hem de aşk gibi astrolojide önem arz eden tüm konularda dışarıya ve kendine yabancılaşan, ama bunu büyük kara mizahla yapan bir adamdan bahsediyoruz. gerçi ben de sevdiğim her karakteri illa nihilist ilan ediyorum. ama hayri irdal'ın en sevdiğim tarafı, diyalog esnasında kafasından bambaşka şeylerin geçmesi. bir de aşık olunca çok komik oluyor. mesela;
(aşık olduğu patronunun karısı selma hanım'ı hasta ziyareti esnasında)
- geçmiş olsun efendim...
şakaklarım atıyor. bir şeyler daha bulup söylemem lazım. fakat ne söyleyebilirim? küçük kızımın bu sabah ateşi otuz sekizdi, yüzü çok değişikti. fakat selma hanım'a bunlardan ne? şimdi ben evimde olmalıydım. ama burada olduğum için mesudum.
...
...
hastalık muhakkak ki yakışıyor. aksırma hiç güzel olur mu? amma, elimden gelse alıp götüreceğim, yatağımın baş ucuna avize diye asacağım.
- üşüyeceksiniz hanımefendi!
- hayır. oda sıcak.
oda sıcak, fakat siz yine örtünün, kollarınızı, boynunuzu, göğsünüzü örtün. yatakta örtüler altında şekliniz kaybolsun. vücudunuzu gizleyin ki bu köpek sadakati bende devam etsin. yoksa, yoksa...
...
...
bir kahkaha daha. bu kahkahayı da götürmeliyim. fakat bunu nereye asarım?
bir de ilk karısı emine'yi sevdim. çok iyi kadındı.
6 Haziran 2011 Pazartesi
black swan
black swan'ı dün gece, janrının gerilim olduğunu bilmeden izlemeye başladım, bitirdim, çok beğendim.
ama bittikten sonra filmden ziyade kızın hastalığı ile ilgili konuştuk.
ki aynısını shutter island sonrasında da yapmıştık.
dolayısıyla iddialı geliyorum: bence, insanın bu hayatta başına gelebilecek en kötü şey, annesini-babasını-çocuğunu değil, akli dengesini kaybetmesidir. şizofreni dediğin şeye ufaktan da olsa bir bulaşsan, o işin sonu çorap söküğü gibi gelir. yani gelmez, diye tahmin ediyorum.
oturup düşünürsen; ömrü hayatında hiçbir zaman, hiçbir koşulda güvenilirliğinden, doğruluğundan şüphe etmeyeceğin yegane şeyler gördüklerin, duydukların ve ellediklerindir. ama günün birinde bunların gerçek olmadığını, hayal ettiğini fark edersen?
muhtemelen sonrasında başlayacağın kendini sorgulama, nelerin gerçek nelerin hayal olduğunu ayırt etme çaban hiç sonuçlanmayacak ve her şeyi birbirine daha da karıştırmana sebep olacaktır. çünkü bunun bir limiti yok. her gerçek hayal olabilir. sonsuzu anlamaya çalışmak gibi. of çok kötü.
ama bittikten sonra filmden ziyade kızın hastalığı ile ilgili konuştuk.
ki aynısını shutter island sonrasında da yapmıştık.
dolayısıyla iddialı geliyorum: bence, insanın bu hayatta başına gelebilecek en kötü şey, annesini-babasını-çocuğunu değil, akli dengesini kaybetmesidir. şizofreni dediğin şeye ufaktan da olsa bir bulaşsan, o işin sonu çorap söküğü gibi gelir. yani gelmez, diye tahmin ediyorum.
oturup düşünürsen; ömrü hayatında hiçbir zaman, hiçbir koşulda güvenilirliğinden, doğruluğundan şüphe etmeyeceğin yegane şeyler gördüklerin, duydukların ve ellediklerindir. ama günün birinde bunların gerçek olmadığını, hayal ettiğini fark edersen?
muhtemelen sonrasında başlayacağın kendini sorgulama, nelerin gerçek nelerin hayal olduğunu ayırt etme çaban hiç sonuçlanmayacak ve her şeyi birbirine daha da karıştırmana sebep olacaktır. çünkü bunun bir limiti yok. her gerçek hayal olabilir. sonsuzu anlamaya çalışmak gibi. of çok kötü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)