doğru ve yanlış ile ilgili şöyle düşünüyorum:
aslında ana fikrim, "kime göre neye göre doğru"ya dayanıyor, oldukça basit.
halihazırda ortalığa ahlak-din ekseninden uzaklaşıp bakmayı 'tercih eden' birçoğunun söylediği şey. iki bin yıl evvel de söylenebildiği için bu da kendi ümmetini, kendi sebep-sonuç ilişkisini (dolayısıyla kendi etiğini) ve fanatiğini yaratmış durumda zaten. ama bunun diğerinden farkı, öteki gibi sınırlara sahip olmaması, ucunun bucağının bulunamaması. bunu iyi anlamda söylemiyorum. kendi oturduğun yerden (mecburen subjektif) bakınca gittikçe gidersin ama yanlışı bulamazsın. veya yanlıştan başladıysan doğruyu. kime göre neye göre diye diye boş boş ilerlersin.
o yüzden konuyla ilgili ne yapıyorum? aynı tanrıyı düşünür gibi bir yerden sonra bırakıyorum, duruyorum. devamını düşünmüyorum. bilimsel değilim, bir sonuca ulaşamıyorum ama kendi orbitalimde çok uçlara ihtiyaç duymuyorum zaten, halimden memnunum.
tüm bunlara, bana akıl danışan adam sayesinde geldim. basite indirgenmiş hali tabii. burdan tümevarılabilir:
herhangi bir konu üstünde uzmanlaştığınız kanaati varsa çevrenizde, size akıl danışılır. ben de yaparım bazen, azaltmaya çalışıyorum. akıl danışılınca; ve gerçekten 'uzman'san eğer, karşı tarafın istediği somut cevabı veremezsin. çünkü çok fazla alternatif, girdi ve her girdinin ayrı ayrı senaryoları vardır. karşı taraf basitçe "en doğrusu" kısayolunu sorar ama aslında bunun cevabı yoktur, dediğim gibi çok değişkendir. neye göre en doğrusu?
bazen uzman olduğunuz konuda soru sorulurken daha bilinçli davranılır ve soru detaylandırılır. sorulan, en ince detayına kadar tarif edilir ve en doğrusu talep edilir. buna verilen cevap çizilen o senaryonun en doğrusudur. mutlak doğru kabul edilmemelidir. (bence)
öte yandan eminim, eric clapton ve chris deburgh wonderful tonight'la lady in red'i tamamen aynı hissiyatla yazmışlar.
ben de biliyorum onu evet, çok zevklidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder