23 Aralık 2010 Perşembe

sarı

anlattığı bu günün aynısını 20'den fazla defa yaşadım.
umut sarıkaya'dan:

sanki bütün gündüz maçlarını ankaragücü oynuyormuş gibi geliyor düşündükçe. ceza alanının büyük kısmı kumlu, orta ve taç çizgisinin sarımsı çimli olduğu bir ankaragücü - galatasaray maçı izliyoruz. izliyoruz dediysem televizyonun yarısından izliyoruz. ekranın diğer yarısına tül ve üçlü koltuk yansıyor. koltuk kıpırtısız, arada bir tül oynuyor. dışarıdan arada bir araba sesi geliyor. sokak çok boş. sapsarı bir güneş yakıyor ortalığı. ekranın yarısına arada bir galatasaraylı semih giriyor. çim sarı, güneş sarı, semih sarı. iyice sararıyor ortalık. boğazım kuruyor. içeri kocaman, sert kabuklu, uzun bacaklı, yeşilimsi bir böcek giriyor birden. tavana çarpa çarpa ilerliyor odanın içinde, bize doğru yaklaşıyor, elimizi savuruyoruz. pike yapıp televizyona çarpıyor. sonra yeniden tavana çarpmaya başlıyor. abimle odanın içinden çıkarmaya çalışıyoruz, ben gidip tülü açıyorum, abim de elindeki kırlenti savuruyor yeşil böceğe doğru, üzerine doğru gelince üçlü koltuğun üzerinde koşarak kaçmaya başlıyor. böcek odanın her yerine doğru hareket ediyor ama bir türlü pencereye yaklaşmıyor. elimizdeki kırlentleri tavana atarak vurmaya çalışıyoruz. abim en sonunda düşürüyor böceği. halıda yürüyerek elimizden kaçmaya çalışıyor. kırlentlerle dövüyoruz ama yürümeye devam ediyor. abim koşuyor içeriden tuvalet terliğini getirip akıtıyor sarı kanını böceğin. böceği terliğin üzerine alıp tuvalete götürüyorum, klozete atıyorum. yüzüyor yeşil ölüsü suda, sanki tek bacağı hareket ediyor gibi. üstüne tükürüp içeri gidiyorum. her şey normal, maçı izlemeye devam ediyoruz abimle. semih yetmiyormuş gibi bir de galatasaraylı cüneyt giriyor ekranın izlenen yarısına, iyice sararıyor ortalık. niye izliyoruz galatasaray - ankaragücü maçını, iki takımı da tutmuyoruz. önce sarıyer'li sonra beşiktaşlıyız. ama hep ankaragücü maçı izliyoruz. boğazımız kuruyor, yeşil viski şişesinden ılık su içiyoruz. annem hala gelmedi pazardan, babam da yazları sahildeki beyaz park gazinosunda kasiyerlik yapıyor. televizyonu kapatıp dışarı çıkalım diyorum abime, cevap vermiyor. plastik topun üstüne tükenmez kalemle sarıyer yazmaya çalışıyor. y'yi yazarken eli kayıyor y'nin kuyruğu uzuyor. içim çok sıkılıyor.

kafamı ıslatıp, bol şortumla dışarı çıkıyorum. kimse yok sokakta. bakkalın oraya gidiyorum, karşısındaki duvarda biraz oturuyorum. güneş tam tepemde. hava öyle sıcak ki bakkala bile kimse gelmiyor. etrafa bakıyorum biraz. bakayım terliği düşürmeden ayağımın en ucuna ne kadar yaklaştırıcam diye bir deneme yapıyorum, ayağımı eğerek terliği kaydırıyorum. yetmiyor biraz daha kaydırayım diyorum. terlik düşüyor ayağımdan. mecburen duvardan iniyorum. terliği giyiyorum. biraz yürüyüp ayağımı savuruyorum. terlik fırlıyor ayağımdan döne döne ilerde duruyor. sıcak asfaltta seke seke gidiyorum, giyiyorum. bi daha, daha havaya savurarak uçuruyorum terliği, yükselip şap diye düşüyor yere. devamlı uzaylıyorum terliği, mahalleyi şap şap diye inletiyorum. yaşlı bi kadın camdan kafasını çıkarıyor "çocuk git kapının önünde oyna. gürültü yapma hasta var, hasta" diye kovuyor beni. dokuz yaşındayım, canım çok sıkılıyor, hava çok sıcak, kimse yok, bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de hasta var. içim müthiş sıkılıyor. neyse ki hemen geçiyor. eve doğru giderken abimi elinde karpuz dilimiyle görüyorum. "ver lan bi diş" diyorum. vermiyor, git al annemden diyor. eve girmeden, kapıdan karpuzu alıp yanına geri gidiyorum. boş boş konuşmadan yürüyoruz. "sahile gidelim denize gireriz" diye tutturuyorum. "ne denizi lan babamın yanına gidiyoruz para alıcaz, berbere gitcez" diyor. gazino evimize 20 dakika uzaklıkta. 20 dakikadır karpuzlar elimizde, kabuğun beyaz kısmını bile bitiriyoruz. kağıt gibi olan kabukları atıp gazinoya giriyoruz. içerisi balık ve rakı kokuyor. geceye hazırlık yapılıyor, içerde hiç müşteri yok. babam kasada hesaplar yapıyor. bizi görünce dev, üç katlı orgun olduğu pistin oraya götürüyor. arkalardaki bir masaya oturtuyor. yeşil fasulye, pilav ve kola getiriyor garsonlar. personel yemeğini yiyoruz. yedikten sonra babamın yanına gidiyoruz. para veriyor, "berberden çıkışta doğruca eve gidin, yüzerken filan görmeyeyim sizi" diyor. berbere gidiyoruz. abim "onunki üç numara benimki amerikan olacak" diyor berbere. ikimizinkini de üçe vurup yolluyor bizi eve. kıl dolu kafalarımıza şaplata şaplata eve gidiyoruz. yolda arkadaşımız boklu'yu görüyoruz. kirpikleri birbirine yapışmış boklu'nun. "niye gelmediniz lan denize, çelik gibiydi su" diyor. "maç vardı" diyor abim. eve doğru yürüyoruz boklu'dan ayrılıp. günler ne kadar uzun 9 yaşındayken, güneş bir türlü batmıyor. kel kafalarımız yandıkça yanıyor bayırı çıkarken, içim çok sıkılıyor.

büyüdüm, babamın yazın kasiyerlik yaptığı yaşa geldim. abim evlendi çocuğu oldu, semih, cüneyt futbolu bırakalı yıllar oldu. artık pek fazla gündüz maçı yapılmıyor yine de öğlen evde oturuyorum. arada bir pencereden kafamı uzatıyorum, kavrulan asfaltta sokakta tek başına oynayan çocuk görüyorum. "siktir git lan burdan. git kapında oyna" diye onu kovuyorum.

Hiç yorum yok: