elindeki ayakkabı kutusunu göstererek "bunu da götürücen mi" dedi.
daha rahat, stressiz ve hiç kayıpsız taşınabilmek için olayı parçalara bölüp, sabit mobilyaları en sona bıraktığımdan, şimdilik sadece ıvır zıvırları taşımak için yardıma gelmişti şirkette çalışan sabahattin abi. dört - beş kişi ile beraber.
sabahattin abi'nin şirkette 'düz işçi' pozisyonunda çalışmasına, onu geçtim, aslında şimdiye kadar çok muhabbetimiz olmadığından birbirimize yabancı olmamıza rağmen bana 'sen' diye hitap etmesi ne saygısızlıktan ne de samimiyetten kaynaklanıyordu. muhtemelen şimdiye kadar kimseye 'siz' dememiş, hiçbir cümlesini 'misiniz' diye bitirmemişti. gerek duymamış, hiç kullanmamıştı. amacı o olmasa da bana samimi geldi.
bir süre sonra burdan aldığım elektriği geri vermem, çalışanlarına çok iyi davranan patron portresi çizmem gerektiğine karar verdim. dolapta börek vardı. çayla beraber hazırladım, hiç adetim olmamasına rağmen ikinci tekil şahıs üzerinden konuşup "gel gel, börek güzel, çay da yaptım" dedim. sabahattin abi ve diğerleri geldiler, beraberce yedik. "çay içcen mi" deyip cevap beklemeden çaylarını tazeledim. ortamda çok dostane bir hava vardı. çalışanlarımla 'arkadaş gibi'ydim. muhtemelen akşam karılarına - bizim patron çok kral adam ya, bugün beraber börek yedik, çay içtik, diyeceklerdi.
eşyaları aşağıdaki kamyonete doldurduktan sonra artık iyice havaya girmiştim. öne doğru atılıp, 'kay sen kay, sığarız' dedim. önce bir şey demediler, beş kişi ön koltuğa sığamayınca sabahattin abi 'sen arabaylan gel' dedi. dostluğumuz pekişmiş, birbirimize art arda "sen" der olmuştuk. tamam dedim, şöföre de 'yavaş git ha, eşyalar dağılmasın' diye dostça tembihlemeyi unutmadım. arkadan arabayla takip ettim.
29 Aralık 2010 Çarşamba
24 Aralık 2010 Cuma
filim
sinemada bir hikaye anlatılırken ister istemez hızlı ileri sarılmak zorunda tabii.
bir adamın başından geçenler, bir kadının başından geçenler, bunların iki saate sığdırılma mecburiyeti, her düğümün kolay çözülmesini, her kötülüğün iyilikle sonuçlanmasını gerektiriyor. neden? çünkü uzun vadede her şeyin iyilikle sonuçlanacağına inanıyoruz. hızlı sarınca da, direk iyiliği görüyoruz.
pratikte böyle olmaması, her şeyin ağır çekimde ilerlemesi kendi içinde bütünlük sağlasa ona da tamam, itirazım yok. ama öyle değil. kötü taraflar ciklet gibi uzun, iyi taraflar hızlı ileri sarılıyor. ikisi birden ağır çekim olsun bari. ortada bi negatif ayrımcılık var, ona söylüyorum.
bir adamın başından geçenler, bir kadının başından geçenler, bunların iki saate sığdırılma mecburiyeti, her düğümün kolay çözülmesini, her kötülüğün iyilikle sonuçlanmasını gerektiriyor. neden? çünkü uzun vadede her şeyin iyilikle sonuçlanacağına inanıyoruz. hızlı sarınca da, direk iyiliği görüyoruz.
pratikte böyle olmaması, her şeyin ağır çekimde ilerlemesi kendi içinde bütünlük sağlasa ona da tamam, itirazım yok. ama öyle değil. kötü taraflar ciklet gibi uzun, iyi taraflar hızlı ileri sarılıyor. ikisi birden ağır çekim olsun bari. ortada bi negatif ayrımcılık var, ona söylüyorum.
23 Aralık 2010 Perşembe
sarı
anlattığı bu günün aynısını 20'den fazla defa yaşadım.
umut sarıkaya'dan:
sanki bütün gündüz maçlarını ankaragücü oynuyormuş gibi geliyor düşündükçe. ceza alanının büyük kısmı kumlu, orta ve taç çizgisinin sarımsı çimli olduğu bir ankaragücü - galatasaray maçı izliyoruz. izliyoruz dediysem televizyonun yarısından izliyoruz. ekranın diğer yarısına tül ve üçlü koltuk yansıyor. koltuk kıpırtısız, arada bir tül oynuyor. dışarıdan arada bir araba sesi geliyor. sokak çok boş. sapsarı bir güneş yakıyor ortalığı. ekranın yarısına arada bir galatasaraylı semih giriyor. çim sarı, güneş sarı, semih sarı. iyice sararıyor ortalık. boğazım kuruyor. içeri kocaman, sert kabuklu, uzun bacaklı, yeşilimsi bir böcek giriyor birden. tavana çarpa çarpa ilerliyor odanın içinde, bize doğru yaklaşıyor, elimizi savuruyoruz. pike yapıp televizyona çarpıyor. sonra yeniden tavana çarpmaya başlıyor. abimle odanın içinden çıkarmaya çalışıyoruz, ben gidip tülü açıyorum, abim de elindeki kırlenti savuruyor yeşil böceğe doğru, üzerine doğru gelince üçlü koltuğun üzerinde koşarak kaçmaya başlıyor. böcek odanın her yerine doğru hareket ediyor ama bir türlü pencereye yaklaşmıyor. elimizdeki kırlentleri tavana atarak vurmaya çalışıyoruz. abim en sonunda düşürüyor böceği. halıda yürüyerek elimizden kaçmaya çalışıyor. kırlentlerle dövüyoruz ama yürümeye devam ediyor. abim koşuyor içeriden tuvalet terliğini getirip akıtıyor sarı kanını böceğin. böceği terliğin üzerine alıp tuvalete götürüyorum, klozete atıyorum. yüzüyor yeşil ölüsü suda, sanki tek bacağı hareket ediyor gibi. üstüne tükürüp içeri gidiyorum. her şey normal, maçı izlemeye devam ediyoruz abimle. semih yetmiyormuş gibi bir de galatasaraylı cüneyt giriyor ekranın izlenen yarısına, iyice sararıyor ortalık. niye izliyoruz galatasaray - ankaragücü maçını, iki takımı da tutmuyoruz. önce sarıyer'li sonra beşiktaşlıyız. ama hep ankaragücü maçı izliyoruz. boğazımız kuruyor, yeşil viski şişesinden ılık su içiyoruz. annem hala gelmedi pazardan, babam da yazları sahildeki beyaz park gazinosunda kasiyerlik yapıyor. televizyonu kapatıp dışarı çıkalım diyorum abime, cevap vermiyor. plastik topun üstüne tükenmez kalemle sarıyer yazmaya çalışıyor. y'yi yazarken eli kayıyor y'nin kuyruğu uzuyor. içim çok sıkılıyor.
kafamı ıslatıp, bol şortumla dışarı çıkıyorum. kimse yok sokakta. bakkalın oraya gidiyorum, karşısındaki duvarda biraz oturuyorum. güneş tam tepemde. hava öyle sıcak ki bakkala bile kimse gelmiyor. etrafa bakıyorum biraz. bakayım terliği düşürmeden ayağımın en ucuna ne kadar yaklaştırıcam diye bir deneme yapıyorum, ayağımı eğerek terliği kaydırıyorum. yetmiyor biraz daha kaydırayım diyorum. terlik düşüyor ayağımdan. mecburen duvardan iniyorum. terliği giyiyorum. biraz yürüyüp ayağımı savuruyorum. terlik fırlıyor ayağımdan döne döne ilerde duruyor. sıcak asfaltta seke seke gidiyorum, giyiyorum. bi daha, daha havaya savurarak uçuruyorum terliği, yükselip şap diye düşüyor yere. devamlı uzaylıyorum terliği, mahalleyi şap şap diye inletiyorum. yaşlı bi kadın camdan kafasını çıkarıyor "çocuk git kapının önünde oyna. gürültü yapma hasta var, hasta" diye kovuyor beni. dokuz yaşındayım, canım çok sıkılıyor, hava çok sıcak, kimse yok, bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de hasta var. içim müthiş sıkılıyor. neyse ki hemen geçiyor. eve doğru giderken abimi elinde karpuz dilimiyle görüyorum. "ver lan bi diş" diyorum. vermiyor, git al annemden diyor. eve girmeden, kapıdan karpuzu alıp yanına geri gidiyorum. boş boş konuşmadan yürüyoruz. "sahile gidelim denize gireriz" diye tutturuyorum. "ne denizi lan babamın yanına gidiyoruz para alıcaz, berbere gitcez" diyor. gazino evimize 20 dakika uzaklıkta. 20 dakikadır karpuzlar elimizde, kabuğun beyaz kısmını bile bitiriyoruz. kağıt gibi olan kabukları atıp gazinoya giriyoruz. içerisi balık ve rakı kokuyor. geceye hazırlık yapılıyor, içerde hiç müşteri yok. babam kasada hesaplar yapıyor. bizi görünce dev, üç katlı orgun olduğu pistin oraya götürüyor. arkalardaki bir masaya oturtuyor. yeşil fasulye, pilav ve kola getiriyor garsonlar. personel yemeğini yiyoruz. yedikten sonra babamın yanına gidiyoruz. para veriyor, "berberden çıkışta doğruca eve gidin, yüzerken filan görmeyeyim sizi" diyor. berbere gidiyoruz. abim "onunki üç numara benimki amerikan olacak" diyor berbere. ikimizinkini de üçe vurup yolluyor bizi eve. kıl dolu kafalarımıza şaplata şaplata eve gidiyoruz. yolda arkadaşımız boklu'yu görüyoruz. kirpikleri birbirine yapışmış boklu'nun. "niye gelmediniz lan denize, çelik gibiydi su" diyor. "maç vardı" diyor abim. eve doğru yürüyoruz boklu'dan ayrılıp. günler ne kadar uzun 9 yaşındayken, güneş bir türlü batmıyor. kel kafalarımız yandıkça yanıyor bayırı çıkarken, içim çok sıkılıyor.
büyüdüm, babamın yazın kasiyerlik yaptığı yaşa geldim. abim evlendi çocuğu oldu, semih, cüneyt futbolu bırakalı yıllar oldu. artık pek fazla gündüz maçı yapılmıyor yine de öğlen evde oturuyorum. arada bir pencereden kafamı uzatıyorum, kavrulan asfaltta sokakta tek başına oynayan çocuk görüyorum. "siktir git lan burdan. git kapında oyna" diye onu kovuyorum.
umut sarıkaya'dan:
sanki bütün gündüz maçlarını ankaragücü oynuyormuş gibi geliyor düşündükçe. ceza alanının büyük kısmı kumlu, orta ve taç çizgisinin sarımsı çimli olduğu bir ankaragücü - galatasaray maçı izliyoruz. izliyoruz dediysem televizyonun yarısından izliyoruz. ekranın diğer yarısına tül ve üçlü koltuk yansıyor. koltuk kıpırtısız, arada bir tül oynuyor. dışarıdan arada bir araba sesi geliyor. sokak çok boş. sapsarı bir güneş yakıyor ortalığı. ekranın yarısına arada bir galatasaraylı semih giriyor. çim sarı, güneş sarı, semih sarı. iyice sararıyor ortalık. boğazım kuruyor. içeri kocaman, sert kabuklu, uzun bacaklı, yeşilimsi bir böcek giriyor birden. tavana çarpa çarpa ilerliyor odanın içinde, bize doğru yaklaşıyor, elimizi savuruyoruz. pike yapıp televizyona çarpıyor. sonra yeniden tavana çarpmaya başlıyor. abimle odanın içinden çıkarmaya çalışıyoruz, ben gidip tülü açıyorum, abim de elindeki kırlenti savuruyor yeşil böceğe doğru, üzerine doğru gelince üçlü koltuğun üzerinde koşarak kaçmaya başlıyor. böcek odanın her yerine doğru hareket ediyor ama bir türlü pencereye yaklaşmıyor. elimizdeki kırlentleri tavana atarak vurmaya çalışıyoruz. abim en sonunda düşürüyor böceği. halıda yürüyerek elimizden kaçmaya çalışıyor. kırlentlerle dövüyoruz ama yürümeye devam ediyor. abim koşuyor içeriden tuvalet terliğini getirip akıtıyor sarı kanını böceğin. böceği terliğin üzerine alıp tuvalete götürüyorum, klozete atıyorum. yüzüyor yeşil ölüsü suda, sanki tek bacağı hareket ediyor gibi. üstüne tükürüp içeri gidiyorum. her şey normal, maçı izlemeye devam ediyoruz abimle. semih yetmiyormuş gibi bir de galatasaraylı cüneyt giriyor ekranın izlenen yarısına, iyice sararıyor ortalık. niye izliyoruz galatasaray - ankaragücü maçını, iki takımı da tutmuyoruz. önce sarıyer'li sonra beşiktaşlıyız. ama hep ankaragücü maçı izliyoruz. boğazımız kuruyor, yeşil viski şişesinden ılık su içiyoruz. annem hala gelmedi pazardan, babam da yazları sahildeki beyaz park gazinosunda kasiyerlik yapıyor. televizyonu kapatıp dışarı çıkalım diyorum abime, cevap vermiyor. plastik topun üstüne tükenmez kalemle sarıyer yazmaya çalışıyor. y'yi yazarken eli kayıyor y'nin kuyruğu uzuyor. içim çok sıkılıyor.
kafamı ıslatıp, bol şortumla dışarı çıkıyorum. kimse yok sokakta. bakkalın oraya gidiyorum, karşısındaki duvarda biraz oturuyorum. güneş tam tepemde. hava öyle sıcak ki bakkala bile kimse gelmiyor. etrafa bakıyorum biraz. bakayım terliği düşürmeden ayağımın en ucuna ne kadar yaklaştırıcam diye bir deneme yapıyorum, ayağımı eğerek terliği kaydırıyorum. yetmiyor biraz daha kaydırayım diyorum. terlik düşüyor ayağımdan. mecburen duvardan iniyorum. terliği giyiyorum. biraz yürüyüp ayağımı savuruyorum. terlik fırlıyor ayağımdan döne döne ilerde duruyor. sıcak asfaltta seke seke gidiyorum, giyiyorum. bi daha, daha havaya savurarak uçuruyorum terliği, yükselip şap diye düşüyor yere. devamlı uzaylıyorum terliği, mahalleyi şap şap diye inletiyorum. yaşlı bi kadın camdan kafasını çıkarıyor "çocuk git kapının önünde oyna. gürültü yapma hasta var, hasta" diye kovuyor beni. dokuz yaşındayım, canım çok sıkılıyor, hava çok sıcak, kimse yok, bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de hasta var. içim müthiş sıkılıyor. neyse ki hemen geçiyor. eve doğru giderken abimi elinde karpuz dilimiyle görüyorum. "ver lan bi diş" diyorum. vermiyor, git al annemden diyor. eve girmeden, kapıdan karpuzu alıp yanına geri gidiyorum. boş boş konuşmadan yürüyoruz. "sahile gidelim denize gireriz" diye tutturuyorum. "ne denizi lan babamın yanına gidiyoruz para alıcaz, berbere gitcez" diyor. gazino evimize 20 dakika uzaklıkta. 20 dakikadır karpuzlar elimizde, kabuğun beyaz kısmını bile bitiriyoruz. kağıt gibi olan kabukları atıp gazinoya giriyoruz. içerisi balık ve rakı kokuyor. geceye hazırlık yapılıyor, içerde hiç müşteri yok. babam kasada hesaplar yapıyor. bizi görünce dev, üç katlı orgun olduğu pistin oraya götürüyor. arkalardaki bir masaya oturtuyor. yeşil fasulye, pilav ve kola getiriyor garsonlar. personel yemeğini yiyoruz. yedikten sonra babamın yanına gidiyoruz. para veriyor, "berberden çıkışta doğruca eve gidin, yüzerken filan görmeyeyim sizi" diyor. berbere gidiyoruz. abim "onunki üç numara benimki amerikan olacak" diyor berbere. ikimizinkini de üçe vurup yolluyor bizi eve. kıl dolu kafalarımıza şaplata şaplata eve gidiyoruz. yolda arkadaşımız boklu'yu görüyoruz. kirpikleri birbirine yapışmış boklu'nun. "niye gelmediniz lan denize, çelik gibiydi su" diyor. "maç vardı" diyor abim. eve doğru yürüyoruz boklu'dan ayrılıp. günler ne kadar uzun 9 yaşındayken, güneş bir türlü batmıyor. kel kafalarımız yandıkça yanıyor bayırı çıkarken, içim çok sıkılıyor.
büyüdüm, babamın yazın kasiyerlik yaptığı yaşa geldim. abim evlendi çocuğu oldu, semih, cüneyt futbolu bırakalı yıllar oldu. artık pek fazla gündüz maçı yapılmıyor yine de öğlen evde oturuyorum. arada bir pencereden kafamı uzatıyorum, kavrulan asfaltta sokakta tek başına oynayan çocuk görüyorum. "siktir git lan burdan. git kapında oyna" diye onu kovuyorum.
10 Aralık 2010 Cuma
sirkülerler
sirkülerin tekil olduğunu biliyor muydunuz?
x şirketinin imza sirküleri dediğin zaman aslında tek bir evraktan bahsediyoruz. eskiden bir şirketin bir imza sirküsü var, birkaç ortağınkini beraber isteyince sirküler oluyor zannederdim, öyle değilmiş. ben türkçe'de çoğul eki ile bitip de tekil olan bir sözcük daha bilmiyorum, bu tek. her gün yeni bir kelime, yeni bir bilgi.
x şirketinin imza sirküleri dediğin zaman aslında tek bir evraktan bahsediyoruz. eskiden bir şirketin bir imza sirküsü var, birkaç ortağınkini beraber isteyince sirküler oluyor zannederdim, öyle değilmiş. ben türkçe'de çoğul eki ile bitip de tekil olan bir sözcük daha bilmiyorum, bu tek. her gün yeni bir kelime, yeni bir bilgi.
9 Aralık 2010 Perşembe
uzatma
çok kültürlü olduğum için tv'de yalnızca belgesel kanallarını ve açık oturumları izliyorum.
aslında çok fazla değil, en çok dört-beş tip konuk var açık oturumlarda. ama kendini en çok tekrarlayan klişe, ironiyi ciklet gibi uzatan adam, aralarında en dayanılmazı:
- kürtlerin son çıkışını örneğin, kendi kolluk kuvvetlerini oluşturmak istemelerini suçlu bulmuyor musunuz mesela?
- buluyorum. kesinlikle suçlu buluyorum.
- (??? şaşırma efekti. dikkat kesilme)
- kürtler suçludur. bu topraklarda yaşamalarına rağmen, 2010 yılında hala ayrımcılığa maruz kaldıkları için suçludur. bu yoklukta, devletin hala bir yardım eli uzatmamasına rağmen bu topraklarda yaşamaya devam ettikleri için suçludur (olayın anlaşılması. eeeh demek). kürtler 100 yıldan fazla zamandır etnik ayrımcılığa karşı hala devletlerine sadık oldukları için suçludur (olayın bayması. uzadıkça uzaması). kürtler ... vs.
ortalamada üç-dört dakikadan fazla süren bu ironi uzaması esnasında havadaki gerilimi, olayın ne komik, ne ilginç, ne orjinal, ne de iyi ifade edilmiş olmamasını anlayamamak, yani bunu farketmeden hala uzattıkça uzatmak konuğun bize yaptığı en büyük eziyettir. sonu, tv'deki adamın yerine utanarak kanal değiştirmeye varır. kimsenin bize bunu yapmaya hakkı yoktur.
aslında çok fazla değil, en çok dört-beş tip konuk var açık oturumlarda. ama kendini en çok tekrarlayan klişe, ironiyi ciklet gibi uzatan adam, aralarında en dayanılmazı:
- kürtlerin son çıkışını örneğin, kendi kolluk kuvvetlerini oluşturmak istemelerini suçlu bulmuyor musunuz mesela?
- buluyorum. kesinlikle suçlu buluyorum.
- (??? şaşırma efekti. dikkat kesilme)
- kürtler suçludur. bu topraklarda yaşamalarına rağmen, 2010 yılında hala ayrımcılığa maruz kaldıkları için suçludur. bu yoklukta, devletin hala bir yardım eli uzatmamasına rağmen bu topraklarda yaşamaya devam ettikleri için suçludur (olayın anlaşılması. eeeh demek). kürtler 100 yıldan fazla zamandır etnik ayrımcılığa karşı hala devletlerine sadık oldukları için suçludur (olayın bayması. uzadıkça uzaması). kürtler ... vs.
ortalamada üç-dört dakikadan fazla süren bu ironi uzaması esnasında havadaki gerilimi, olayın ne komik, ne ilginç, ne orjinal, ne de iyi ifade edilmiş olmamasını anlayamamak, yani bunu farketmeden hala uzattıkça uzatmak konuğun bize yaptığı en büyük eziyettir. sonu, tv'deki adamın yerine utanarak kanal değiştirmeye varır. kimsenin bize bunu yapmaya hakkı yoktur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)