19 Şubat 2012 Pazar

süregit

en en en iyi kitap veya filmde bile kahramanın hayatının bizim baktığımız kesitte büyük değişiklikler geçirmesi sizi de rahatsız etmiyor mu?
adam son 20 yıldır evinden çıkmıyordur fakat bu küçük kızla tanışınca...
kadınla adam 17 senedir ayrı yaşıyor ve telefonla bile konuşmuyorlardır ama john babasını aradığında...
raskolnikov bir alkoliktir ve 15 yıldır aynı iş yerinde tamamen aynı işleri yapmaktadır fakat o akşam...

gibi.
ben de biliyorum, monoton kısmı uzun süre izah ederlerse çok monoton ve zevksiz olur ama bizim de hep aksiyona denk gelmemiz aynı şekilde monoton değil mi?

16 Şubat 2012 Perşembe

habertürk

link'e tıklayınca n'oluyo abicim? 10 kuruştan 10.000 kişi tıklayınca 1.000 lira alıyorsun olay bu mudur?
bu ne menem bir rezalettir, nasıl bir çizgisizliktir arkadaş deli oluyorum. internetten de gazete okumayalım mı artık? bir link'e tıklatmak için daha ne kadar köpekleşeceksiniz?
allah belanızı versin.
haber başlığına bak. sonra da içeriğine. yemin ederim böyle olduğunu bilerek tıkladım. aferin, sağ köşedeki puma reklamından 2.500 lira daha kazandınız. omurgasız herifler. gazetecilik anlayışını siktiğimin sürüngenleri.

11 Şubat 2012 Cumartesi

dur

bugün fark ettim ki, bir topluluk içinde bulunmana rağmen hiçbir şey yapmadan ve hatta konuşmadan oturabildiğin sadece tek bir örnek vardır: ailen. arkadaşınla, akrabanla, beraber çalıştığın insanlarla aynı dört duvarın içindeysen, hiç bir şey yapmasan en azından sohbet edersin. bir-iki kelam konuşursun. ama ailede öyle mi? değil. hemen bir çocukluk anıma dönelim:

bir haftaiçi akşamüstüsü. okuldan gelmişim, salonda oturuyorum, kitap okuyorum. annem mutfakta, yemek hazırlarken tencerenin kenarına kaşıkla çat çat vurma sesi geliyor. (annemin bunu, yani yemek hazırlamayı senelerce, 4 kişi için, her akşam, hiç sorgulamadan - şikayet etmeden yapması ayrı bir kompozisyon konusu. bu nasıl bir sorumluluktur?) ablam odasında ders çalışıyor. babam da yanımda, televizyonda haberleri izliyor. vatandaşlık derslerinde bahsedilen standart bir apartmandaki standart bir çekirdek aileyiz.

fakat o anı bir gizli kameraya kaydetmiş olsan ve şimdi izleyebilsek, çok garip bir ortam var aslında. evde çıt yok. kimse konuşmuyor. kimse bir iş de yapmıyor. sadece öylece duruyoruz.
garipliğin sebebi, evde bir kavga ya da huzursuzluk olmamış. aksine huzur var. alışılagelmişin verdiği bilindik, tanıdık bir huzur. konuşmana gerek yok. sadece oturuyorsun, kendi meşgalenle uğraşıyorsun, kafanda kim bilir neler var. annem ne düşünüyor mesela? arkadaşın olsa mutlaka konuşacaksın. en azından kumandayı ver diyeceksin. bir - iki espri yapacaksın. ama aile öyle değil. sadece dursan da kimse dürtmüyor.

9 Şubat 2012 Perşembe

dursunbey

balıkesir'in dursunbey ilçesi 8. noterine işim düştüğünde olabilecekleri az çok tahmin etmeme rağmen, aynı filmi tekrar tekrar izleyip her seferinde üzülme kafasını yaşadım. (bkz: vizontele tuuba)

her şeyden evvel, noter sobayla ısınıyor.
içeri girdiğimde bankonun arkasında gençten bir çocukla ellili yaşlarda bir amcayı görüyorum. amcanın orospu çocuğu olduğundan daha haberim yok.
yerler parke görünümlü plastikle kaplı. duvarda askeriye yemekhanelerindeki ünlü fotoğraf var, iki çocuk yırtık pırtık kıyafetlerle selam veriyorlar. yanında da takvim.

ben evraklarımı verip beklemeye başlıyorum. içeri 90 yaşlarında, zor yürüyen bir nineyle muhtemel torunu giriyor. her ikisinde de tepeden tırnağa köylü üniforması var. torun, ninesinin gazi maaşını bankadan çekebilmek için, okuma-yazma'sının olmadığını noterden ispatlamak istiyor. amcanın annesinin cinsel yönden gevşek olduğuna uyandığım anlar buralar. tersliyor, git sonra gel diyor. şahit bul getir diyor, düpedüz zorluk çıkarıyor. kahramanca atlayıp ben olurum diyorum. orospu çocuğu şaşkın, torun şaşkın, ninenin zaten dünyadan haberi yok. işlemi yapıyorlar, nine parmak izi verdikten ve torun mahcupça teşekkür ettikten sonra gidiyorlar. dikkat ederseniz ben hala bekliyorum.

bu sefer bir kamyonet satışı için üç adam giriyor içeri. biri hacı, diğeri en fazla 20 yaşında, öbürü de orta yaşlı bir çiftçi. gerçi hepsi çiftçi zaten. üstlerinden anlıyorsun ki, bunlar da fakirlikten ölüyor. hacının ayağındaki mest eskimekten yırtılmak üzere. 20'lik delikanlının üzerindeki hırkada delik var. bankoya yanaşıyorlar, amca arabanın plakasını sisteme girince vergi borcu olduğu anlaşılıyor ve bu şekilde satışın yapılamayacağını söylüyor keyifle. hacı çember sakalını okşaya okşaya allah allaah diyor sürekli, sonra neden bilmiyorum ama koltuklara oturup muhabbete başlıyorlar. neyi bekledikleri meçhul.

içeri adamın biriyle yaşlı bir teyze daha giriyor. bu saatten sonra fakirlik tasvirini bir kenara bırakıyorum. konuyu anladınız. yine bir okuma yazma mevzusu ve bankadan emekli maaşı çekme hikayesi var. adam muhtemel çok saf, aynı zamanda biraz zeka geriliği söz konusu. şahit lazım olunca arkasını dönerek, yüzünde bir gülümsemeyle (zeka geriliğine verdiğim) hacı amcaya soruyor. kabul etmiyor kimse. kalkıyorum, dursunbey'de hiç tanımadığım bir ninenin daha okumadığına şahit oluyorum. o gün şahit olduklarımın yanında önemsiz.

şimdiye kadar bahsettiklerimin açık ara en fakiri giriyor içeri. 80 yaşlarında bir amca, arkasından da zor yürüyen karısı. anlamadığım bir belge talep ediyorlar noterden. orospu evladı yine tersliyor. sonunda bilgisayardan bir şeyler yazıp nineye uzatıyor, nine göğsünden çıkardığı damgayı imza niyetine evraka basıyor. artık prosedürü öğrendim, çünkü ninenin okuma-yazma'sı yok ve devlet bu insanlara noter yoluyla kendilerine özgü birer damga veriyor. borcun yirmi beş lira amca diyor bankonun arkasındaki genç olan. yirmi beş lira mı? yirmi beş lira amca. elini iç cebine atışından yirmi beş lirası olmadığı belli, kurcalıyor, kırmızı, özenle katlanmış bir on lira koyuyor masanın üstüne. kahramanımızı yine görev çağırıyor. kalkıp parayı veriyorum. amcanın on lirasını da elinin içine sıkıştırıyorum. tahmin ettiğim gibi teşekkür filan etmiyor. sadece garip bir ifadeyle yüzüme bakıp kafasını çeviriyor. karısını çekiştire çekiştire kapıya doğru götürüyor. ben hala bekliyorum.

öğlen vakti noterin yanındaki "lokanta"ya giriyorum. çorba, salata, ıspanak ve pilav üstü kuru yiyorum, acıkmışım. garson hesabı bir kağıda yazıp önüme bırakıyor, dokuz lira.

geri döndüğümde evraklarım hazır. kamyonetçiler hala muhabbette. alıp bir an evvel çıkmak istiyorum artık burdan. ama yook, orospu çocuğu şunları fotokopi çektireceksin deyip elime bir şeyler tutuşturuyor. fotokopici muhtemelen günde 26 rekat namaz kılıyor. dükkanda windows media player'dan hadisler dinleniyor. duvarda arapça yazılmış duaların yanında, toplam 5 yerde, çeşitli ebat ve fontlarla veresiye verilmez yazılmış. ne çekmişsin veresiyeden diyorum, abi sorma 20 milyar alacağım var tek kuruş alamıyorum, 4-5 yere daha astıydım ama onları kaldırdım, diye cevap veriyor.

deliyi kendi haline bırakıp notere döndüğümde borcumu ödeyip dışarı fırlıyorum. arabamın koltuğu tanıdık, direksiyon tanıdık, her şey alıştığım gibi beni bekliyor. oh mis gibi. bir cd koyup yoluma devam ediyorum.