18 Ocak 2012 Çarşamba

o da ne?

çok iyi araba kullanırım.
bu yeteneğimle şu retro-klasik hollywood mizanseni neden yaşanmasın:

öyle bir ortamdayız ki herkes piste çıkıp yarışıyor, aynı arabayla belli bir tur zamanı yapmaya çalışıyorlar, ben de tesadüfen ordan geçiyorum. [ring kenarından geçen boksör, satranç tahtasının yanından geçen dahi, matematik sınıfına yanlışlıkla giren will hunting gibi...] gözüme takılıyor, yanlarına gidip "şu son virajı apex'e tam yapışmadan dönmelisiniz" diyorum. herkes bana dönüyor, bazıları gülüyor, biri "sen de kimsin ha, ayrton senna mı yoksa hahaha" diye bayat bir espri yapıyor, gülerken etrafındakileri de gülüyorlar mı diye kontrol ediyor. bense sessizim, sakinliğimi koruyor, mütevaziliğimle izleyicilerden puan topluyorum.
"isterseniz ne demek istediğimi gösterebilirim."
bu söylediğim önce tepki topluyor, kalabalığı bir uğultu sarıyor, bazıları gülüşüyorlar. ben gene çok ciddiyim. yavaş yavaş uğultu diniyor.
"hey chris izin ver de göstersin çocuk, ha? hahaha"

chris gülümseyerek bana doğru kapıyı açıyor, "haydi atla bakalım dostum."
ben birinin elinden kaskı alıp takıyorum, arabaya binerken ayağım kapıya takılıyor, tökezliyorum, herkes kıkırdıyor (ortamda çok güzel kızlar var). motoru çalıştırıyorum, yavaş yavaş bir tur atıyorum (pisti öğrenmem lazım). insanlar tam sıkılmış ve arkalarını dönüp kendi aralarında konuşmaya başlamışken bir anda carrr caarrrr lastik sesleri gelmeye başlıyor. arkalarını dönüyorlar, ben virajları maksimumda, müthiş bir hızla alarak ilerliyorum. herkesin ağzı açık. son virajı da başarıyla döndükten sonra yanlarına gelip horultulu motoru durduruyorum. sessizlik.
arabadan inip çıkardığım kaskı çocuğa iade ediyorum ve arkamı dönüp yürüyerek uzaklaşıyorum. biri beni gözüyle takip edip dönerken elindeki kahveyi döküyor "ohh fuck!"

yetenekliyim, niye böyle şeyler başıma gelmiyor? küçük çapta benzer hikayeler oldu ama tatmin etmedi beni. daha elit kesime hitap eden, daha alengirli senaryolarda rol almak istiyorum.

12 Ocak 2012 Perşembe

kategorize

bir kadının normal olup olmadığını sorgulamaya - eğer ki - ailesinden başlayacaksak, aile babasının en sık gittiği restoranlar önemli bir referans noktasıdır.
baba standart kebapçı ya da balıkçı dışında hiçbir yere gitmiyorsa, bizdendir, candır.
yok eğer ailecek veya tek başına, arkadaşlarıyla,  sunset'e, iş çıkışı biber'e gidiyorsa bil ki orda sıkıntı vardır. biz böyle gördük, öyle büyüdük.

7 Ocak 2012 Cumartesi

saatsiz

manitayla anlaşıp, kendi aranızda hiç saat kullanmamak?

gündelik hayatta ve diğerleriyle olan ilişkilerinde imkansız, ama manitayla birebir ilişkinde saat dilimlerine uymamak, kullanmamak, olabilir mi?

sabah, öğle, akşamlarla zaman belirlemek, güneşin ilişki üzerindeki etkisinin artması ve çok değil, 400-450 yıl öncesi gibi yaşamaya gayret göstermek.
peki niye?
birbirinin hayatının içine girmeyi, çok daha detaylı tanımayı, alışkanlıkları bilmeyi zorunlu hale getirecektir. tahammülsüzlüğü ortadan kaldırmada yardımcı olacak, çok uzun sürebilecek bekleyişler sonucunda sabrı öğretecek ve bekleyişin bitiminde halen orda olunmasıyla güven verecektir.
gitgide mekanikleşen hayatının bir kesiminde, kesin plan-programlardan bağımsız hareket edebilme kabiliyetini geliştirecek, ağzına bir tutam daha özgürlük ilüzyonu çalabilecektir.
zamanının öngörülmüş dilimlerini ona ayırmak yerine, öngörülmemiş ve neticede mecburen daha büyük bir kısmını ayırmana çanak tutacaktır. belki fiziksel olarak değil, ama sonuçta bekleyerek daha çok zamanını ayırmış olacaksın. ona belli bir saat vermemek, bir söz de vermemek anlamına gelir ve verilmemiş söz tutulmamazlık edilemez. tutulamayan söz adedinde yoğun bir düşüşe sebep olacaktır.
güneşin çocukları çiftine şimdiden mutluluklar dilerim.

4 Ocak 2012 Çarşamba

nfk

pek bilmem, hiç şiirini okumadım, okuduysam da onun olduğunu bilmeden okumuşumdur. ama ilginçtir, aynı gün içinde iki cümlesine denk geldim, yolda gördüğüm ilk kitapçıdan alacağım "tüm şiirleri"ni.

bir insan en çok kimin yanında susuyorsa, aslında en çok onunla konuşmak istiyordur.

aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil.


n. fazıl kısakürek
[aslında bu ikisi farklı şiirlerin dizeleri, ama alt alta da fena durmadı.]

aynı günün akşamı annem aldığı bir kitabı gösteriyor, uçakta mı ne okuyacakmış, 50 büyük mutluluk sebebi midir, küçük şeylerle mutlu olma mıdır, öyle saçççma sapan bir kitap. anne dedim gözünü seveyim, bu nedir dedim ya. (kolpaçino vurgusuyla.)