bugünkü pazar sakinliğinde yazılmış yazımızda manitanın mutfağa gitmesini konu alacağız sevgili dostlar.
sahne şöyle: benim evimde yanımda manitayla pazar sabahına uyanıyoruz sakin sakin. bir - iki laflıyoruz. sonra manita mutfağa gidip bir şeyler (su? ekmek?) almak istediğini, benim de isteyip istemediğimi soruyor. adetimdir, yok sağ ol diyorum, çıkıyor. sen sağ ol diyor çıkarken, esnaf gibi.
işte ondan sonrası çok garip. bu gitmeler hep uzun sürüyor. normalde otuz saniye içinde dönmesi lazım, dönmüyor. ben yatakta sırtüstü yatıp tavana bakarak gelmesini bekliyor ve felaket sıkılıyorum. zaman aralığı çok dar olduğu için yeni bir şeye (kitap okumaya, müzik setini açmaya, uyumaya) başlayamıyorsun. her an geri gelecek çünkü, başladığın şey ziyan olacak. halbuki hemen gelmiyor işte. içim daralıyor, ellerime falan bakıp oyalanmaya çalışıyorum.
sonra kulak kabartarak çıkarttığı seslerden ne yaptığını tahmin etmeye çalışıyorsun ister istemez. bir dolap kapağı sesi, dökülen su sesi her şeyi aydınlığa çıkartacak, kalan zaman aralığının tahminini kolaylaştıracak. ama duyamıyorsun, çıt yok. meraklanmaya başlıyorsun. bir şey mi oldu? tansiyonu düşüp bayılmış falan olmasın? ama yere düşme sesi de gelmedi?
en aptalcası, en manasızı "ayşeee" diye bağırmak. efendim? dese ne diyeceksin? ki diyecek mutlaka. ölecek değil ya. "n'aptın" diye mi soracaksın salak gibi, olmaz. mecbursun, tavana bakarak bekleyeceksin.
ikinci garip taraf manita döner dönmez tüm bunların kafadan bir anda silinmesi, tekrar hiç hatırlamamak, manitayı sorgulamamak. hiç olmamış, o kuruntuları yaşamamış gibi. ama şimdi anlattım, açığa çıkarttım. artık gizlisi saklısı kalmadı işin.
(soul kitchen soundtrack. mutfak temalı diye aptalca bir eşleştirme peşinde değilim, denk geldi. arabada tavsiye edilir.)
20 Mart 2011 Pazar
13 Mart 2011 Pazar
pastane
mesela şimdi annemle onların mahalledeki pastaneye gitsek, börek - çörek alıp çıksak, ben tadına baktıktan sonra desem ki anne bu bayat, annem ne der?
"yok bana bayat vermez."
annem haklı olabilir. belki pastaneci gerçekten iyi niyetle, veya en azından gelecekteki kazancın bugünkünden büyük olacağını hesap ederek, başarılı bir işletmeci kafasıyla anneme bayat mal vermiyor, o malı yoldan geçene satıp tüketmeye çalışıyor olabilir. bu mümkün.
mümkün olmayan, bunu makrolaştırıp büyük çerçevede de olabileceğine (bir an için bile olsa) inanmak, buna meyilli aksiyona geçmek, karar vermek. bu, vakıf veya hayır kurumu bile olsa. kuruluş amaç ve felsefesinden, yeri geldiğinde sırf varoluşunu korumak adına, felsefesinin tam zıttında hareket eden en büyük örnek için (bkz: devlet).
anne aç gözünü.
"yok bana bayat vermez."
annem haklı olabilir. belki pastaneci gerçekten iyi niyetle, veya en azından gelecekteki kazancın bugünkünden büyük olacağını hesap ederek, başarılı bir işletmeci kafasıyla anneme bayat mal vermiyor, o malı yoldan geçene satıp tüketmeye çalışıyor olabilir. bu mümkün.
mümkün olmayan, bunu makrolaştırıp büyük çerçevede de olabileceğine (bir an için bile olsa) inanmak, buna meyilli aksiyona geçmek, karar vermek. bu, vakıf veya hayır kurumu bile olsa. kuruluş amaç ve felsefesinden, yeri geldiğinde sırf varoluşunu korumak adına, felsefesinin tam zıttında hareket eden en büyük örnek için (bkz: devlet).
anne aç gözünü.
9 Mart 2011 Çarşamba
yazışma
firmamızdan dışarıya çıkan her yazıyı ben yazarım, ben yazmadıysam kontrolü benden geçer, öyle çıkar.
dolayısıyla gelen cevaplarla da ben muhatap olurum.
yazışmalarımız çoğu zaman devlet kurumlarıyla, nadiren de büyük, kurumsal firmalarla olur.
ikisini birbirinden ayıran bariz özellik, (ilginçtir ki) devlet kurumlarından gelen cevaplarda imla hatası ya da ifade bozukluğunun nadir olmasıdır. kurumsal firmalarda hata çoktur.
fakaaat her ikisinde de ortak olan bir şey vardır ki beni sürekli, yine, yeniden deli eder: içinde kibir bulunduran nezaket.
bana göre sek kibir, içinde kibir bulunduran nezakete yeğdir. daha dürüsttür, samimidir hiç olmazsa. öteki midemi bulandırır.
devlet memuru orta-üst düzey bürokrat, "beni memur diye hor görme. çok derin, tecrübeli ve kesinlikle senden daha bilgiliyim, özel sektörde olsam şimdiye paranın altında kalmıştım" mesajı verir. her paragraf sonunda yapar bunu. mutlaka her paragrafın sonunda hissedersiniz.
kurumsal firmada çalışan profesyonelin mesajı daha açıktır: "biz sizden çok daha büyüğüz, sizi pek iplemiyoruz". çalıştığı firmanın kurumsal kimliğini kendi karakterinde eriten geri zekalı sayısı tahmin ettiğinizden çok fazladır. ve beni mutlaka bulurlar.
yazdığım her yazıda illaki menfaatim yoktur. yeri gelir başka amaçla da yazışırım. peki, menfaatim bile olmamasına rağmen; yazıştığım bürokrat ya da profesyonelle empati kurmaya, nezaketi eksik etmemeye çalışan ben, aldığım cevaplarda neden sürekli o kibiri hissederim? çünkü insan nüfusunun yüzde doksan dokuzu komplekslidir. diye avutuyorum kendimi.
bir gün, o uzun cümlelerle, imla hatalarıyla, gerekli-gereksiz kelimelerle kendini çok iyi ifade ettiğini düşünenlerden birinin yazısını kırmızı kalemle düzelterek, "daha çok çaba göstermelisin" notunu yazıp geri postalayabilirim. düşünüyorum bunu.
dolayısıyla gelen cevaplarla da ben muhatap olurum.
yazışmalarımız çoğu zaman devlet kurumlarıyla, nadiren de büyük, kurumsal firmalarla olur.
ikisini birbirinden ayıran bariz özellik, (ilginçtir ki) devlet kurumlarından gelen cevaplarda imla hatası ya da ifade bozukluğunun nadir olmasıdır. kurumsal firmalarda hata çoktur.
fakaaat her ikisinde de ortak olan bir şey vardır ki beni sürekli, yine, yeniden deli eder: içinde kibir bulunduran nezaket.
bana göre sek kibir, içinde kibir bulunduran nezakete yeğdir. daha dürüsttür, samimidir hiç olmazsa. öteki midemi bulandırır.
devlet memuru orta-üst düzey bürokrat, "beni memur diye hor görme. çok derin, tecrübeli ve kesinlikle senden daha bilgiliyim, özel sektörde olsam şimdiye paranın altında kalmıştım" mesajı verir. her paragraf sonunda yapar bunu. mutlaka her paragrafın sonunda hissedersiniz.
kurumsal firmada çalışan profesyonelin mesajı daha açıktır: "biz sizden çok daha büyüğüz, sizi pek iplemiyoruz". çalıştığı firmanın kurumsal kimliğini kendi karakterinde eriten geri zekalı sayısı tahmin ettiğinizden çok fazladır. ve beni mutlaka bulurlar.
yazdığım her yazıda illaki menfaatim yoktur. yeri gelir başka amaçla da yazışırım. peki, menfaatim bile olmamasına rağmen; yazıştığım bürokrat ya da profesyonelle empati kurmaya, nezaketi eksik etmemeye çalışan ben, aldığım cevaplarda neden sürekli o kibiri hissederim? çünkü insan nüfusunun yüzde doksan dokuzu komplekslidir. diye avutuyorum kendimi.
bir gün, o uzun cümlelerle, imla hatalarıyla, gerekli-gereksiz kelimelerle kendini çok iyi ifade ettiğini düşünenlerden birinin yazısını kırmızı kalemle düzelterek, "daha çok çaba göstermelisin" notunu yazıp geri postalayabilirim. düşünüyorum bunu.
4 Mart 2011 Cuma
doğru
doğru ve yanlış ile ilgili şöyle düşünüyorum:
aslında ana fikrim, "kime göre neye göre doğru"ya dayanıyor, oldukça basit.
halihazırda ortalığa ahlak-din ekseninden uzaklaşıp bakmayı 'tercih eden' birçoğunun söylediği şey. iki bin yıl evvel de söylenebildiği için bu da kendi ümmetini, kendi sebep-sonuç ilişkisini (dolayısıyla kendi etiğini) ve fanatiğini yaratmış durumda zaten. ama bunun diğerinden farkı, öteki gibi sınırlara sahip olmaması, ucunun bucağının bulunamaması. bunu iyi anlamda söylemiyorum. kendi oturduğun yerden (mecburen subjektif) bakınca gittikçe gidersin ama yanlışı bulamazsın. veya yanlıştan başladıysan doğruyu. kime göre neye göre diye diye boş boş ilerlersin.
o yüzden konuyla ilgili ne yapıyorum? aynı tanrıyı düşünür gibi bir yerden sonra bırakıyorum, duruyorum. devamını düşünmüyorum. bilimsel değilim, bir sonuca ulaşamıyorum ama kendi orbitalimde çok uçlara ihtiyaç duymuyorum zaten, halimden memnunum.
tüm bunlara, bana akıl danışan adam sayesinde geldim. basite indirgenmiş hali tabii. burdan tümevarılabilir:
herhangi bir konu üstünde uzmanlaştığınız kanaati varsa çevrenizde, size akıl danışılır. ben de yaparım bazen, azaltmaya çalışıyorum. akıl danışılınca; ve gerçekten 'uzman'san eğer, karşı tarafın istediği somut cevabı veremezsin. çünkü çok fazla alternatif, girdi ve her girdinin ayrı ayrı senaryoları vardır. karşı taraf basitçe "en doğrusu" kısayolunu sorar ama aslında bunun cevabı yoktur, dediğim gibi çok değişkendir. neye göre en doğrusu?
bazen uzman olduğunuz konuda soru sorulurken daha bilinçli davranılır ve soru detaylandırılır. sorulan, en ince detayına kadar tarif edilir ve en doğrusu talep edilir. buna verilen cevap çizilen o senaryonun en doğrusudur. mutlak doğru kabul edilmemelidir. (bence)
öte yandan eminim, eric clapton ve chris deburgh wonderful tonight'la lady in red'i tamamen aynı hissiyatla yazmışlar.
ben de biliyorum onu evet, çok zevklidir.
aslında ana fikrim, "kime göre neye göre doğru"ya dayanıyor, oldukça basit.
halihazırda ortalığa ahlak-din ekseninden uzaklaşıp bakmayı 'tercih eden' birçoğunun söylediği şey. iki bin yıl evvel de söylenebildiği için bu da kendi ümmetini, kendi sebep-sonuç ilişkisini (dolayısıyla kendi etiğini) ve fanatiğini yaratmış durumda zaten. ama bunun diğerinden farkı, öteki gibi sınırlara sahip olmaması, ucunun bucağının bulunamaması. bunu iyi anlamda söylemiyorum. kendi oturduğun yerden (mecburen subjektif) bakınca gittikçe gidersin ama yanlışı bulamazsın. veya yanlıştan başladıysan doğruyu. kime göre neye göre diye diye boş boş ilerlersin.
o yüzden konuyla ilgili ne yapıyorum? aynı tanrıyı düşünür gibi bir yerden sonra bırakıyorum, duruyorum. devamını düşünmüyorum. bilimsel değilim, bir sonuca ulaşamıyorum ama kendi orbitalimde çok uçlara ihtiyaç duymuyorum zaten, halimden memnunum.
tüm bunlara, bana akıl danışan adam sayesinde geldim. basite indirgenmiş hali tabii. burdan tümevarılabilir:
herhangi bir konu üstünde uzmanlaştığınız kanaati varsa çevrenizde, size akıl danışılır. ben de yaparım bazen, azaltmaya çalışıyorum. akıl danışılınca; ve gerçekten 'uzman'san eğer, karşı tarafın istediği somut cevabı veremezsin. çünkü çok fazla alternatif, girdi ve her girdinin ayrı ayrı senaryoları vardır. karşı taraf basitçe "en doğrusu" kısayolunu sorar ama aslında bunun cevabı yoktur, dediğim gibi çok değişkendir. neye göre en doğrusu?
bazen uzman olduğunuz konuda soru sorulurken daha bilinçli davranılır ve soru detaylandırılır. sorulan, en ince detayına kadar tarif edilir ve en doğrusu talep edilir. buna verilen cevap çizilen o senaryonun en doğrusudur. mutlak doğru kabul edilmemelidir. (bence)
öte yandan eminim, eric clapton ve chris deburgh wonderful tonight'la lady in red'i tamamen aynı hissiyatla yazmışlar.
ben de biliyorum onu evet, çok zevklidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)