hakikatin durağanlığını fark etmemiz gerekir.
gerçek, her şeyden bağımsız, stabil olarak havada asılı durur. ona karşıdan ve "uzaktan" bakarken düşündüklerimiz kendisini etkilemez fakat bizim için aynı şey geçerli değildir, etkileniriz.
'bir şey, sahip olana kadar sana aittir'den yola çıkarsak; gerçeğin (iyi, arzuladığımız bir gerçekse şayet) kendisine ulaştıktan sonra durağanlığını ister istemez fark eder ve biz de stabilleşir, heyecanımızı kaybederiz. işin iyi tarafı, bu kötülük için de aynıdır. kötü bir şeyin hakikatine yine uzaktan bakarken gereksizce korkarız ama kötü, başımıza geldiğinde de aynı şekilde durağanlaşır. yine ilk heyecanımızı ve 'korkumuzu' kaybederiz. çoğu zaman altından kalkarız.
gerçeğin durağanlığının sebebi, hakikatin kendi içinde ahlaki değer taşımadığından kaynaklanıyor olabilir. çünkü bizdeki iyi-kötü, etiğe göre konumlanmıştır. ahlaki değerlere uygunsa iyi, değilse kötüdür. ama hakikat tüm bunlardan bağımsız, özgürdür.
das experiment'ten, bana bunları hatırlatan, düşündürten sahne: (yönetmen kesinlikle bunu amaçlamamış, başka bir şey söylemek istemiş olabilir. bu hakikati değiştirmez.)
- burada taksi şöförlüğü yaptıgınız yazıyor. bunu esas mesleginiz olarak mı yoksa geçici mi yapıyorsunuz?
- geçici derken?
- bunu soruyorum çünkü burada felsefe ve sosyoloji okudugunuz yazıyor?
- ah evet, doğru. o, geçici bir şeydi.
santana - put your lights on
20 Şubat 2011 Pazar
9 Şubat 2011 Çarşamba
rüya
çok içtiğim bir gecenin rüyasında (ki çoğunlukla o zaman görüyorum) ortaköy camii'nin hemen yanında beyaz örtüler üzerinde, sokakta, bir adam, bir kadın ve ben içki içiyoruz. deniz kenarındayız, etrafta başka masa da yok. insanlar sagdan soldan geçiyor; kimse garipsemiyor.
adam ünlü bir müzisyen fakat kim olduğunu, adını bilmiyorum. ama çok ünlü olduğunun farkındayım. kadın felaket güzel.
rüyanın başında benim üzerimde bir huzursuzluk var. kadın güzel, adam müzisyen, burda ben ancak avucumu yalarım huzursuzluğu. muhabbete pek katılmıyorum, katılmayınca mecburen ikisi konuşuyorlar, ikisi konuştukça ben daha da huzursuzlanıyorum, üzülüyorum, üzülüyorum.
adam michael stipe ayarlarında, yaşlıca, ama rock star üniforması değil de, daha efendice gömlek - ceket falan giymiş. benim üzerimde de gömlek var. kadının oturduğu yeri hesaplamaya çalışıyorum, bana mı müzisyene mi daha yakın diye, ordan büyük anlamlar çıkarma peşindeyim fakat santimle hesaplayıp oturmuş sanki, tam ortada duruyor. üzerinde beyaz bir body var (niye acaba?).
konu çoğunlukla müzik etrafında dönüyor. her fikir beyanımda michael beni tersliyormuş, küçümsüyormuş hissine kapılıyorum. çok sinirleniyorum buna. ulan michael koskoca adamsın, bir hatuna artistlik yapmak için yakışıyor mu, diye iç geçiriyorum.
ve müzisyen muhabbetin hararetli bir yerinde en kötü hamlesini yapıyor, pulp hakkında yanlış bir bilgi veriyor kadına. şu ana kadar edindiğim izlenime göre kadın da müzikle ilgili, düzeltmesi için iki - üç saniye veriyorum, yüzüne bakıyorum, hala hayranlıkla michael'ı dinliyor. gürültü yüzünden bir kelime kaçırmaktan korkuyor, gözlerini kısmış, kulağını hafifçe michael'e doğru çevirmiş, yani pratikte bana bakıyor. o yüzden itirazımı önce ona yapıyorum:
- yok öyle değil. o röportajında jarvis nightmare'den bahsetmiyor. (kendimden emin gülümseyerek)
- nasıl yani? neyden bahsediyor? (artık sadece bakışları değil, kendisi de bende)
- ilerde çıkaracağı albümden. hatta sonra angela'ya koyuyor onu.
- nerden çıkardın ki bunu? (müzisyen)
burda başlıyorum uzun uzun anlatmaya. daha çok kadına bakarak anlatıyorum. halbuki soruyu michael sormuştu. ayıp olduğunun, hatta belli olduğunun farkındayım ama umursamıyorum. mimiklerle, jestlerle izah ediyorum kadına.
işte ne oluyorsa oluyor, uzun hikayemin sonunda nedense mağlup oluyorum. arada iddiaya da girmişiz, ne olursa diye kabul etmişim tabii, ve kaybediyorum.
cezam denize girmek.
michael da kadın da bana bakıyorlar, ben denizin kenarında suya atlamak üzereyim. ozan diyorum, nasıl bu pozisyona geldin? ne işin var denizde, saçmalama otur yerine diyorum ama bunlardan ses yok. atlamamı bekliyorlar. biraz daha dolanıyorum kenarda, suda kaya var mı diye bakma bahanesiyle, tamam gel gel otur demelerini bekliyorum ama demiyorlar. resmen atlamamı istiyor manyaklar. hadi michael'ı anladım, rakibini iyice mağlup etmek, yerden kaldırmamak istiyor ama kadına ne oluyor? benden hoşlanmasını geçtim, bir kadın şefkati, bir kadın anlayışı falan da mı yok bunda? demek ki benden tuzluk kadar bile etkilenmemiş. rüyanın başındaki huzursuzluk kahıra dönüşüyor.
son umut bunlara bir kez daha baktıktan sonra lanet olsun diyorum, atlıyorum suya. buz gibi su. gömleğim, pantolonum ağırlaşıyor, vücuduma yapışıyor. geri zekalı gibi yüzüyorum biraz. sahile dönüyorum, masaya doğru, bana bakmıyorlar bile. müzisyen yine bir hikayelerde. ağlamak istiyorum.
kan ter içinde uyanıyorum. odadaki klima sıcak modunda açık kalmış. müthiş rahatlıyorum. kadın yok, michael yok, güvenli yatağımdayım. mışıl mışıl uykuya dalıyorum.
pet shop boys - love etc. (intro'sunu bi yerden hatırlıyorsunuz değil mi? yaa, yaa.)
adam ünlü bir müzisyen fakat kim olduğunu, adını bilmiyorum. ama çok ünlü olduğunun farkındayım. kadın felaket güzel.
rüyanın başında benim üzerimde bir huzursuzluk var. kadın güzel, adam müzisyen, burda ben ancak avucumu yalarım huzursuzluğu. muhabbete pek katılmıyorum, katılmayınca mecburen ikisi konuşuyorlar, ikisi konuştukça ben daha da huzursuzlanıyorum, üzülüyorum, üzülüyorum.
adam michael stipe ayarlarında, yaşlıca, ama rock star üniforması değil de, daha efendice gömlek - ceket falan giymiş. benim üzerimde de gömlek var. kadının oturduğu yeri hesaplamaya çalışıyorum, bana mı müzisyene mi daha yakın diye, ordan büyük anlamlar çıkarma peşindeyim fakat santimle hesaplayıp oturmuş sanki, tam ortada duruyor. üzerinde beyaz bir body var (niye acaba?).
konu çoğunlukla müzik etrafında dönüyor. her fikir beyanımda michael beni tersliyormuş, küçümsüyormuş hissine kapılıyorum. çok sinirleniyorum buna. ulan michael koskoca adamsın, bir hatuna artistlik yapmak için yakışıyor mu, diye iç geçiriyorum.
ve müzisyen muhabbetin hararetli bir yerinde en kötü hamlesini yapıyor, pulp hakkında yanlış bir bilgi veriyor kadına. şu ana kadar edindiğim izlenime göre kadın da müzikle ilgili, düzeltmesi için iki - üç saniye veriyorum, yüzüne bakıyorum, hala hayranlıkla michael'ı dinliyor. gürültü yüzünden bir kelime kaçırmaktan korkuyor, gözlerini kısmış, kulağını hafifçe michael'e doğru çevirmiş, yani pratikte bana bakıyor. o yüzden itirazımı önce ona yapıyorum:
- yok öyle değil. o röportajında jarvis nightmare'den bahsetmiyor. (kendimden emin gülümseyerek)
- nasıl yani? neyden bahsediyor? (artık sadece bakışları değil, kendisi de bende)
- ilerde çıkaracağı albümden. hatta sonra angela'ya koyuyor onu.
- nerden çıkardın ki bunu? (müzisyen)
burda başlıyorum uzun uzun anlatmaya. daha çok kadına bakarak anlatıyorum. halbuki soruyu michael sormuştu. ayıp olduğunun, hatta belli olduğunun farkındayım ama umursamıyorum. mimiklerle, jestlerle izah ediyorum kadına.
işte ne oluyorsa oluyor, uzun hikayemin sonunda nedense mağlup oluyorum. arada iddiaya da girmişiz, ne olursa diye kabul etmişim tabii, ve kaybediyorum.
cezam denize girmek.
michael da kadın da bana bakıyorlar, ben denizin kenarında suya atlamak üzereyim. ozan diyorum, nasıl bu pozisyona geldin? ne işin var denizde, saçmalama otur yerine diyorum ama bunlardan ses yok. atlamamı bekliyorlar. biraz daha dolanıyorum kenarda, suda kaya var mı diye bakma bahanesiyle, tamam gel gel otur demelerini bekliyorum ama demiyorlar. resmen atlamamı istiyor manyaklar. hadi michael'ı anladım, rakibini iyice mağlup etmek, yerden kaldırmamak istiyor ama kadına ne oluyor? benden hoşlanmasını geçtim, bir kadın şefkati, bir kadın anlayışı falan da mı yok bunda? demek ki benden tuzluk kadar bile etkilenmemiş. rüyanın başındaki huzursuzluk kahıra dönüşüyor.
son umut bunlara bir kez daha baktıktan sonra lanet olsun diyorum, atlıyorum suya. buz gibi su. gömleğim, pantolonum ağırlaşıyor, vücuduma yapışıyor. geri zekalı gibi yüzüyorum biraz. sahile dönüyorum, masaya doğru, bana bakmıyorlar bile. müzisyen yine bir hikayelerde. ağlamak istiyorum.
kan ter içinde uyanıyorum. odadaki klima sıcak modunda açık kalmış. müthiş rahatlıyorum. kadın yok, michael yok, güvenli yatağımdayım. mışıl mışıl uykuya dalıyorum.
pet shop boys - love etc. (intro'sunu bi yerden hatırlıyorsunuz değil mi? yaa, yaa.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)