30 Ocak 2011 Pazar

başlığı yazını bitirdikten sonra koy ozan, yazını oku ve aklına gelen ilk kelimeyi yaz

google ve feysbuk'a aynı anda kafa tutacak projemi açıklıyorum:
www.fotografiniyuklesanakimoldugunusoyleyeyim.com

nasıl çalışıyor? siteye giriyoruz, aynı google gibi sade bir sayfa, tek bir "upload" tuşu var, basıp bilgisayarındaki fotoğrafı yüklüyorsun. arıyor, tarıyor hop sana adını yaşını vs. söylüyor. hiç bir şey yapamasa en kötü feysbuk sayfasının link'ini veriyor.
proje müthiş ama altyapı ve veri eksikliği konularında çok çalışmak lazım. üşeniyorum. aslında mark'a bi mesaj atmayı düşünmedim değil. mark'cığım böyle böyle bir fikrim var ne dersin ha becerebilir miyiz, altından kalkabilir miyiz mesajıma ozan'ım çok güzel düşünmüşsün uçak biletlerini dün kargoya verdim, yarın öbür gün eline ulaşır hemen gel, bu konuyu da öyle fazla sağda solda konuşup şey yapma diye cevap attığını hayal ettim, gülümsedim. olabilir bunlar hiç belli olmaz, önce projeye inanmak lazım.

bundan elli sene sonra insanlar üç boyutlu tv'lerinde history channel izlerken sitenin ortaya çıkış hikayesinde beni atlamasınlar en azından. iki - üç cümle söyleseler hakkımı helal ederim.
"bu fikrin ilk olarak ozan sezen'den çıktığı, mark zuckerberg'e attığı şu feysbuk mesajından da görülebilir. (bu sırada ekranda benim mesaj belirir) fakat mark bu dahiyane fikirden çok etkilenmesine rağmen ozan'a cevap atmaz ve sanki kendi buluşuymuş gibi projenin üzerinde çalışmaya başlar." çok şey istemiyorum, bu kadarı yeter.

nefret

'nefret ediyorsan hala bir şeyler hissediyorsun demektir, tamamen unutmuş olsan hiç aklına bile gelmez, nefret falan edemezsin' fikrini ilk ortaya atan geri zekalıya sesleniyorum:

evet bir şeyler hissediyorum, nefret. kin. sen bunu kastetmiyorsun tabii.
bence sen kendini doğru ifade edemiyorsun, aramızdaki anlaşmazlık buradan çıkıyor olabilir. senin söylemek istediğin sürekli lineer bir çizgide devam eden ve her gününün belli anlarında aşağıdan kafasını uzatıp kendini hatırlatan nefret olmalı. bak öyle dersen bir ölçüye kadar katılabilirim. neden bi yere kadar? çünkü her on dakikada bir zihnini meşgul eden her şeyi sevmek zorunda da değilsin. sen, zihnini bu kadar meşgul ediyorsa demek ki seviyorsun, bu bunun kanıtıdır diyorsun muhtemelen. ama benim beynimi 6 ay önce kullandığım kredinin faiz ödemeleri de sürekli meşgul ediyor olabilir. halbuki bankayı da faizi de sevmiyorum? hatta nefret ediyorum işte? ama sürekli kafamı meşgul edebiliyor. demek ki neymiş, kafamı kurcalayan her şeyi, her insanı sevmek zorunda değilmişim. senin söylediğinin doğru olduğu alternatifler de var tabii. ben sadece tersini ispat edip bunun mutlak doğru olmadığını söylemeye çalışıyorum canım.

he ama sadece onu değil, genel parantezde, sık sık hatırlamasan da, eğer birinden nefret ediyorsan mutlaka ona karşı bir şeyler hissediyorsundur diyorsan zaten akraba evliliğisin.
ben, hiç aklıma gelmeyen ama adı anıldığı ya da bana sorulduğu sebebiyle hatırladığım birinden o anda yeniden nefret edebilir, bunu sorana söyleyebilir, bir dakika sonra yeniden unutabilirim. birisi bana kötülük etmiştir, ondan nefret etmişimdir ama bu, şu anki hayatımda bir problem teşkil etmiyordur? bunda anlamayacak ne var güzel kardeşim?

sene 1997. ingiltere'de yaz okulundayım. akşam tv 'mute' modundayken, yani hiç duymadan izlediğim klipteki kadını (grubun üyesi bile olmamasına rağmen) çok beğendiğim için ertesi gün okul çıkışı virgin'e gidip belki albümün iç kapağında falan resmi vardır diye alıyorum. o sıralar sanırım internet yaygın değil. eve geliyorum, albümü discman'ime takıyorum ve nedense, birinci şarkı olmamasına rağmen, ilk bu çalıyor. o günden beri bush dinlerim. sesi kurt cobain'i hatırlatıyor.

17 Ocak 2011 Pazartesi

sır

bilen bilir, şahsımınkiler hariç, çok iyi sır tutarım.
bunu bir iş kolu olarak da görebiliriz.
şirketi ortaokulda kurdum, müşterilerim tek-tük'tü ama dükkan kendini döndürüyordu. sonra, işini iyi yapan her esnaf gibi benim de ünüm yavaş yavaş yayılmaya başladı. ünüm yavaş yavaş ve ağızdan ağıza yayılmak zorundaydı çünkü sektörüm gereği reklam yapamazdım. sırlar arttı, müşteriler ve yanlarında getirdikleri diğer müşteriler sayıca çoğaldı. bu mesleğin sevdiğim iki yanı var:
birincisi, herhangi bir şeyi iyi yapmanın kişiye verdiği keyif. yani bir şeyde iyi olmak. iyi bankacı olmak, iyi manav olmak gibi, ne olursa. sektörümde liderim. her meslek gibi bizimkinde de iyi olmak zor. bankacılığa benziyor baktığın zaman aslında. verilen mevduatı kasada saklıyoruz.
ikincisi ise bana teslim edilen mevduatın değeri. piyasa değeri çoğu zaman yüksek. satsan büyük para eder. bu yüksek değer ve onu sağlamca kasada saklamak, çok hızlı bir arabayla otobanda yavaş yavaş gitmeye ve seni geçen arabaları izlemeye benziyor. gücü ayağının altında hissediyorsun, biliyorsun ama hiç kullanmıyorsun. güzel hissiyat.

sektörün önü açık. büyümeye devam edebilirim. sonuçta isviçre bankası gibi isim yapmışım. selpak olmuşum, jilet olmuşum.

nick cave - where the wild roses grow

3:35

"I kissed her goodbye
said all beauty must die"

bölümünde zıplayasım geliyor.