23 Eylül 2010 Perşembe

heyecanlandım

düzenli olarak araba dergisi alan ve satır satır okuyan bir adam olarak ben, böyle bir şeyi ne gördüm, ne duydum.
dokuzbuçuk aydır kullandığım arabada ilk defa bugün fark ettim.
sürücülerin normalde, yazılı olmayan saygı kurallarına göre yaptıkları şeyi araba kendi kendine hallediyor. karanlık bomboş bir yolda uzunları yakmış giderken karşıdan gelen arabayı gördüğünüzde, ya da sizin şeridinizde giden bir arabayı sollarken, rahatsızlık vermemek için uzunları kapatır, geçtikten sonra tekrar açarsın. işte bu, onu kendi yapıyor. uzunları yakıp gidiyorsun, bir ışık görür görmez kapatıyor, geçince tekrar yakıyor. i-na-nıl-maz. çok etkilendim. siz de etkilenin diye yazdım. en büyük muamma, o karanlık yolda, o kadar zayıf bir ışık kaynağını (yani karşıdaki araba çok uzaktayken) nasıl seziyor? daha da inanılmazı o ışık kaynağını yolun aydınlatmasından nasıl ayırt ediyor? son soru, manuel olarak da çok sıkıntı yaratmadan halledilebilen bir sorun için adamlar hangi sebeple bu kadar uğraşıyor ve bu kadar komplike bir sistem kuruyorlar? çok garip. bu adamlar mühendisse, bizimkiler ney?

22 Eylül 2010 Çarşamba

kötü kadın

bir orospuya aşık olmakla ilgili en kötü şey, bir orospuya aşık olduğunu bilmemek oluyor.
tüm hadise şu sıra ile gerçekleşiyor:
tanışma - standarttan daha sık görüşmeye başlama - standarttan daha sık seks yapmaya başlama - aşık olduğunu fark etme - işlerin sarpa sarmaya başlaması - bir orospuya aşık olduğunu anlama - son. bazı paradigmalarda en uçtaki ikisi yer değiştirebilir.

zaten orospunun orospu olduğunu bilsek, baştan aşık olmayacağız ama orospu tabiatı gereği orospu olduğunu önceden belli etmiyor, e nerden bileceksin?

olay bir kere gerçekleştikten sonra, yani bir orospuya aşık olduğunun hemen ardından, kadındaki orospuluğu fark etmek arasında geçen zamanın ilginçliği tüm bu hikayeye renk veren. bence düz aşık olmaktan bile daha ilginç. çünkü düz aşık olmakta tek bir parametre var, aşık olmak. halbuki öbüründe öyle mi; hem aşık olmak var, hem de kadının orospu olması durumu. daha da bi karmaşık, 'çok' daha acı verici. sonra bir tezatlık var olayda, o da çok garip. sevgi - nefret mevzusu. gerçi ona pek sevgi de diyemeyiz. şehvet - nefret daha uygun olabilir. bu da biraz yüzeysellikle suçlanabilir, suçlayan haksız da sayılmaz ama daha uygun bir kelime yok güzel türkçemizde.

her neyse, şimdi karşındaki 'orospunun teki' olduğu zaman, ister istemez sen de orospu çocuğu durumuna düşebiliyorsun, karşındakinden sebep. hiç belli olmaz, bir bakmışsın komple haksız duruma düşmüşsün, hem de en ufak günahın olmadan. yani tüm bu hikayenin içinde bir yanlış anlaşılma parametresi de var. (elde var üç: aşık olma, orospu kadın, yanlış anlaşılma.) işte bu üçünü alt alta yazıp oluşan tablodaki rezalete, ve aslında konunun senden bağımsızlığına, konunun senden bağımsızlığına rağmen tüm ihalenin senin üzerine kalmasına bir bak, sonra konu olan orospuya bir kez daha küfür et, benim için.

nietzsche ile tıpkısının aynısı bir çok şey yazmış olan schopenhauer (bir değil, iki tanık gösteriyorum) aşkın metafiziği'nde şöyle demiştir:

kadın mizacındaki temel kusurun “adalet duygusu”ndan yoksunluk olduğu görülecektir. bu esas itibarıyla daha önce sözü edilmiş olan muhakeme kabiliyetindeki ve düşünme melekesindeki zayıflıktan kaynaklanır, fakat aynı zamanda kısmen tabiatın onlara daha zayıf cins olarak tahsis ettiği konuma kadar götürülebilir. onlar, bu konumları gereği kuvvete değil fakat kurnazlığa bağımlıdırlar. bu yüzdendir ki, içgüdüsel olarak kurnazlığa yatkındırlar ve yalan söylemeye karşı iflah olmaz bir temayüle sahiptirler. zira, nasıl ki aslanlar pençeler ve dişleri, filler ve domuzlar azı dişleri, boğalar boynuzları, mürekkep balığı suyu karartan mürekkebimsi sıvı ile donatılmışsa tabiat, kadınları da kendi kendini koruması ve savunması için ikiyüzlülük yahut riyakarlık melekesiyle teçhiz etmiştir. tabiat, erkeklere fiziki güç ve akli meleke biçiminde bahşettiği kabiliyetin tamamını kadınlara bu şekilde bağışlamıştır.

tabii burda "sen orospuluktan bahsediyorsun ozan'ım ama bu adam kadınlara sadece yalancı demiş?" diyebilirsiniz.
o noktada orospuluğun kelime anlamını tartışırız ama uyandırayım, bu başlıkta çok iyiyim.

pulp - you're a nightmare (link'de bir problem vardı, hallettim.)

(lyrics)

14 Eylül 2010 Salı

31 şarkı

nick hornby'nin "31 şarkı"sını bitirdikten sonra bu yeni nesil edebiyat şeysinden biraz sıkıldığımı fark ettim. her ne kadar nick tam anlamıyla bu gruba girmiyorsa da, yedeği sayılır.
nedir kastettiğim (ve tamamen kıçımdan uydurduğum) yeni nesil edebiyat?
türkiye'den örneklendirirsek fırat budacı, umut sarıkaya, mizah dergileri, ekşi sözlük, nil karaibrahimgilvari köşe yazarları (bir yerlerde gözüme çarpmıştı köşesi, belki artık yazdırmıyorlardır, bilmiyorum), sık takip edilen blog'ların çoğunluğu vs...
çoğunlukla mizaha, ama hep aynı tarz mizaha dönük edebiyat. gözlemcilik, detay keşfetmecilik, genellemecilik tabanı üzerine kurulan, sonrasında kendinden benzer örnekler vererek samimiyetine inandıran (ve kendini aşağılayarak okuyucudan "mütevazilik" cephesinden puan toplayan), alt yekünde ise söylenmek istenenin söylendiği yazı biçimi. hafiften kabak tadı vermeye başladı. nerde o 18., 19. yüzyıl edebiyatı kafasında değilim hiç. ama orda bu kadar çok tekrar yoktu sanki. ya da son zamanlarda bu dönemden çok okudum, bilmiyorum.

yine de; okuduğum kitaplardan gereğinden fazla etkilendiğimden, 31 şarkı'yı bitirdikten sonra ben de kendi müziğimin kronolojisini ve bendeki etkilerini anlatmak istediğime karar verdim. başladım, daha 16 yaşıma gelmememe rağmen sayfalar tuttu, bıraktım. ama ne anlamış oldum? müzikten çok etkilenmişim, etkileniyorum, etkileneceğim.

rolling stones - paint it black