24 Mayıs 2011 Salı

alınma

yanlışlıkla üstüne alınma, ya da üstüne yanlış alınma diyebileceğimiz duygusal iflası en az bir kere yaşamış bir adam olarak; konuyla ilgili tecrübemi size maksimumda iletip, olası bir krizi engellemek ya da en azından hafifletmek isterim.

sevgili dostum, maalesef adem evlatları olarak, hayal ettiğimiz ve çok istediğimiz şeylere doğru giden unufak ipuçlarını, hiç temellendirme ihtiyacı duymadan, varoluşlarına kendimizi hemen inandırma tandansındayız. halbuki temellendirme çabasını standart sabah kalk - akşam yat hayatımızda, aslında hiç de icap etmeyen onlarca konuda ısrarla ve tekrarla yaparken iyi. ama en lazım olduğunda ortada yok bu rasyonel tarafımız. bu ne biçim düzen, bu nasıl bir mantık yapısı? can dostum, güzel insan, heyecanlanınca sınavda yanlış şık işaretlenir, elindeki su yere dökülür, araba park ederken sürtülür ama hiç alakasız birini kendine karşı "boş değilmiş" gibi zannetmek? olmaz, heyecanlanınca yapılabilecek hataların da bir sınırı olmalı, aynı sinirlenince yapılabilecek hatalar gibi. neyse, bu birinci ve en büyük yanlışımız.

sonra şu başınıza mutlaka gelmiştir:
bir ortamda birinin sıkılmamasıyla görevlendirilmek.
hiç gelmediyse, misafir çocukları için gelmiştir. o misafir çocuğu ki, uzaktan kumandalı arabanla oynarken seni de en az kendi kadar eğleniyor zanneder. o misafir çocuğu ki, karşılıklı şut çekerken senin ona zarar vermemek için ne kadar yavaş vurduğunun ve aslında kendi potansiyelinin ne kadar altında oynadığının farkında değildir.

işte gün gelir, devran döner, sen de o misafir çocuğu oluverirsin güzel kardeşim.
sen beraber bir puzzle daha yapma fikrindeyken ve başka bir evde duyulan yabancılama, utanma hissiyatını (oyuna ısındığından) yavaş yavaş yenmeye başlarken, ev sahibi çocuk ne zaman gideceğinizi düşünmekte, görevini ne kadar başarıyla tamamladığını ebeveynlerine(?) sonradan anlatmak için anektod toplama peşindedir.

sonradan bunun ne kadar doğal ve insancıl olduğu konusunda teselli edilebilirsin canım kardeşim. çok iyi niyetle yapılmıştır, karşındakine verilen değere işarettir. kanma. doğal da bana mı doğal? iyi niyetli de bana mı iyi niyetli?
ama ev sahibinin bir hatası söz konusu değildir. bu, ta-ma-men senin eşekliğindir.
gözlerinden öperim kardeşim.

22 Mayıs 2011 Pazar

herkes gibisin

ya arkadaşım, bu şiir olacak iş değil. şöyle başlasın alttan alttan:

cem karaca 1993'de çıkardığı albümüne koyduğundan beri 500 kez dinlemiş olabilirim. hiç bıkmadım.
adam kelimeleri inci gibi dizmiş, tablo gibi resmetmiş, her birinin içine tonlarca ağırlık koymuş, sonra da utanmadan çoğuna çift anlam yüklemiş. aslında dedikleri kavgada söylenmez. çok ağır konuşuyor nazım abi.

ve tabii hiç birimizi ikna edemiyor unuttuğuna, kalbinin bomboş olduğuna. zira bunları yazarken acısından geberiyor, nefes alamıyor olmalı.

10 Mayıs 2011 Salı

fark

ilkokul bir'e gidiyorum usta.
daha okuma yazma bilmiyorum, bahçede top oynuyoruz akşam vakti.
karşı apartmanla aramız alçak demir bir çitle ayrılmış. o tarafta kendi başına oynayan bir çocuk var, tanıyorum çocuğu. zihinsel özürlü olduğunu o yaşta bile biliyorum, garip hareket ediyor, değişik bir çocuk.
ama çocuğu hiç tek başına görmedim, hep babasıyla.
babası bir köşede oturur sigara içer, bunun oynamasını bekler.
oynamak dediğim, plastik topu devamlı yere vurur çocuk tek eliyle. arada bir yere değil ayağına çarpıp uzaklaşır top, çocuk peşinden, çok uzaklaşırlarsa babası da.
bu sahne bize tanıdık, çocuğa da babasına da alışmışız. her akşam böyleler yaz zamanı. çocuk aklımızla bir şey sorguladığımız da yok zaten. adını bile bilmiyoruz.

bir akşam gene böyleyken babam geliyor işten. bizim taştan kalelerin içinden geçiyor, park ediyor arabayı. maç da duraksıyor haliyle. her iki takım, babamın poşetleri de bagajdan alıp apartmana girmesini bekliyoruz. normalde pek muhatap olmaz zaten. "naber lan" der geçer. ama o akşam keyfi yerinde belli ki. duraksayıp muhabbet ediyor, maçı falan soruyor. uzattıkça uzatıyor elindeki paketlerin ağır olmasına rağmen.  sonra hafif yana dönüyor, çocuğu görüyor kısa bir süre, yanda da babasını. ve kelimesi kelimesine şu diyalog geçiyor:

- birader bıraksana çocuklar oynasınlar.
- yok ben duruyorum başında.
- yav ne olacak, eşek kadar adam olmuş baksana, bırak hep beraber oynasınlar.
- yok bizimki biraz farklı.
- hıııı.

babam hiçbir şey demeden uzaklaşıyor sallana sallana. o ne kadar pişman olmuş, utanmıştır bilmiyorum, hiç konuşmadım. bizse konuyu bilmemize rağmen ilk defa yüksek sesle duyduğumuzdan, garipsiyoruz. ama çocuğuz, biri topu havaya dikince unutuyoruz birden, devam ediyoruz maça.

5 Mayıs 2011 Perşembe

nazım güzel adam

bir tanem!
son mektubunda:
"başım sızlıyor
yüreğim sersem!"
diyorsun.

"seni asarlarsa
seni kaybedersem;"
diyorsun;
"yaşayamam!"

yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.

ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nâzım'a!