sabahları işe gelirken trafikte okul servislerine denk geliyorum bazen. öğrencilerin çoğu, kulağında kulaklık, başını cama dayamış uyuyor.
benim zamanımda öyle değildi.
ortaokulun yanlış hatırlamıyorsam tamamında (ya da orta son hariç) okula servisle gidip geldim. o zamanlar bu kulaklık, i-pod mevzuları yoktu, walkman de popülerliğini yitiriyordu. çok ara bir dönemdi.
biz müştereken müzik dinlerdik serviste.
radyo da dinlenmezdi pek, birinin getirdiği kaset dinlenirdi. çok önemli olaydı. evde oturur kaset doldururdun özenle, ertesi sabah saat 6.30'da servise biner binmez, eğer birinin kaseti çalmıyorsa (çalıyorsa saygısızlık olurdu, beklemek lazımdı) kendininkini uzatır, "naci abi şunu bi koyar mısın?" derdin. aşağı yukarı yirmi - yirmi beş kişiye hitap ediyordu hazırladığın kaset, o yüzden geniş açılı bir yere oturup milletin surat ifadesinden bir şeyler çıkartmaya çalışırdın. hele bazen biri "bu çalan kim ozan, iyiymiş" derdi, o zaman bütün emeğine değerdi. gerçi genelde asi karakterimi vurgulayan metallica, nirvana vs. şarkılarıyla dolu olurdu kaset, pek sürpriz şarkı çıkmazdı.
bir de kaseti alıp evde çekme vardı o zamanlar. o hepsinden iyiydi. kasetin başarılıysa servisten biri dönüş yolunda gelir, kaset bende kalsın akşam, yarın sabah getiririm derdi. sen de memnuniyetle, "tabii", derdin. hele üst sınıflardan bir kızsa, o akşam iyi geçerdi.
28 Ekim 2010 Perşembe
24 Ekim 2010 Pazar
fayda
eğer illaki tüm sorunları tek bir cümlede özetlemek istiyorsak, böyle bir takıntımız, özlemimiz varsa, ben yardımcı olayım: herkesin kendi faydasını maksimize etmeye çalışması.
bunu en genel anlamda olunca anlıyorum. herkesin iyi bir iş, iyi bir ev, iyi bir eş vs. istemesi kabul edilebilir bir durum. tabii bunlar da fayda çakışmasına sebep olacak, bunlar da problem çıkartacaktır ama daha az nicelikte ve daha iyi nitelikte.
asıl problemi çıkartan, ve bazen hayatı çekilmez hale getiren daha ufak çaptaki fayda çakışmaları. her gün bundan yüzlerce yaşayan insanlar var (çok büyük çoğunluktalar) ve yorulmuyorlar. yemeğin en güzel tarafını seçmeye çalışmak, en rüzgarsız yerde oturmaya çalışmak, en boş şeridi denk getirmeye uğraşmak, çıkış kapısına en yakın yerde otopark yeri bulmaya çalışmak, en kısa kasa sırasını bulmaya uğraşmak, son otuz saniyede aklıma ilk gelenler. örnekler milyonlaştırılabilir. bu, milyarlarca insan tarafından (eminim ben de ara sıra dahil oluyorumdur) günün uyanık kalınan her saniyesinde, devamlı olarak, art arda, sıkılmadan ve yorulmadan yapılıyor. işin manitacılık boyutundan zaten ayrı bir kitap çıkar.
öte tarafta da, en-el hak mertebesine ulaşmış mı dersin, ermiş mi dersin, filozof mu dersin, bu işlere hiç bulaşmayan adamlar var. yüzbinlerce vardır eminim ama benim ilk aklıma gelenler: nietzsche, schopenhauer, can yücel (şiirlerinden değil. şiirlerini sevmem), krishnamurti ve tabii mevlana. öncelikle bu adamların üzerindeki "anlaşılması zor" etiketini çıkartmak lazım. çünkü hiç değil. adamlar tane tane anlatıyor. herkes kendince bir şeyler anlıyor ama bu konunun zorluğundan değil. ben de çıkıp bir hikaye anlatsam beş başka anlam çıkartılabilir. yani diyorum ki, böyle adamlara da bir şans verip anlamaya çalışmak lazım.
mesela bana anlattıklarından ben şöyle anladım: devamlı olarak kendi faydanı maksimize etmeye çalışmak çok boş iş. çünkü maksimize etmeye çalıştığın tüm o faydalar somut, elle tutulur, ya da en azından hissedilir sonuçlar. halbuki mutlu olmak, rahatlamak için ihtiyacın olan o somut sonuçlar değil, kafanda oluşan kesin ve tereddütsüz sonuçlardır.
bu aralar m.f.ö.'cüyüm. 2.12 - 2.19 arası en sevdiğim bölüm. ve toplu müzikli yemeklerde en çok kolun havaya kalktığı. en bağırarak söylenen.
bunu en genel anlamda olunca anlıyorum. herkesin iyi bir iş, iyi bir ev, iyi bir eş vs. istemesi kabul edilebilir bir durum. tabii bunlar da fayda çakışmasına sebep olacak, bunlar da problem çıkartacaktır ama daha az nicelikte ve daha iyi nitelikte.
asıl problemi çıkartan, ve bazen hayatı çekilmez hale getiren daha ufak çaptaki fayda çakışmaları. her gün bundan yüzlerce yaşayan insanlar var (çok büyük çoğunluktalar) ve yorulmuyorlar. yemeğin en güzel tarafını seçmeye çalışmak, en rüzgarsız yerde oturmaya çalışmak, en boş şeridi denk getirmeye uğraşmak, çıkış kapısına en yakın yerde otopark yeri bulmaya çalışmak, en kısa kasa sırasını bulmaya uğraşmak, son otuz saniyede aklıma ilk gelenler. örnekler milyonlaştırılabilir. bu, milyarlarca insan tarafından (eminim ben de ara sıra dahil oluyorumdur) günün uyanık kalınan her saniyesinde, devamlı olarak, art arda, sıkılmadan ve yorulmadan yapılıyor. işin manitacılık boyutundan zaten ayrı bir kitap çıkar.
öte tarafta da, en-el hak mertebesine ulaşmış mı dersin, ermiş mi dersin, filozof mu dersin, bu işlere hiç bulaşmayan adamlar var. yüzbinlerce vardır eminim ama benim ilk aklıma gelenler: nietzsche, schopenhauer, can yücel (şiirlerinden değil. şiirlerini sevmem), krishnamurti ve tabii mevlana. öncelikle bu adamların üzerindeki "anlaşılması zor" etiketini çıkartmak lazım. çünkü hiç değil. adamlar tane tane anlatıyor. herkes kendince bir şeyler anlıyor ama bu konunun zorluğundan değil. ben de çıkıp bir hikaye anlatsam beş başka anlam çıkartılabilir. yani diyorum ki, böyle adamlara da bir şans verip anlamaya çalışmak lazım.
mesela bana anlattıklarından ben şöyle anladım: devamlı olarak kendi faydanı maksimize etmeye çalışmak çok boş iş. çünkü maksimize etmeye çalıştığın tüm o faydalar somut, elle tutulur, ya da en azından hissedilir sonuçlar. halbuki mutlu olmak, rahatlamak için ihtiyacın olan o somut sonuçlar değil, kafanda oluşan kesin ve tereddütsüz sonuçlardır.
bu aralar m.f.ö.'cüyüm. 2.12 - 2.19 arası en sevdiğim bölüm. ve toplu müzikli yemeklerde en çok kolun havaya kalktığı. en bağırarak söylenen.
6 Ekim 2010 Çarşamba
ikilem
bazen şu ikilemde kalıyorum, yalan değil:
tecrübe ettiklerimi, bundan sonra başıma gelecek hadiselerde kullanmalı mıyım, yoksa her seferinde en baştan başlıyor gibi davranmak daha iyi sonuç verebilir mi? belli başlı bazı konularda en azından.
sırf manitacılık açısından söylemiyorum (her ne kadar büyük yüzdeyi o kaplasa da), her türlü sosyal ilişkinde, işte, hatta hobilerinde; daha evvelden öğrendiklerine göre gardını almasan, gardsız mardsız düz gitsen fena olmayabiliyor bazen. hiç görmemiş, öğrenmemiş gibi yapsan. bu arada geri zekalı durumuna da düşmemen lazım tabii, yanlış anlaşılabilirsin.
diğerine göre biraz yorucu olabilir. her seferinde yeniden başlıyorsun sonuçta, kolay değil.
bir de problem var: birkaç seferden sonra istesen de uygulayamayabilirsin. kendini zorlasan da ister istemez gardını alıyorsun bazı pozisyonlarda, olmuyor. neyse, oraya gelene kadar denemekte fayda var.
beirut - gulag orkestar
tecrübe ettiklerimi, bundan sonra başıma gelecek hadiselerde kullanmalı mıyım, yoksa her seferinde en baştan başlıyor gibi davranmak daha iyi sonuç verebilir mi? belli başlı bazı konularda en azından.
sırf manitacılık açısından söylemiyorum (her ne kadar büyük yüzdeyi o kaplasa da), her türlü sosyal ilişkinde, işte, hatta hobilerinde; daha evvelden öğrendiklerine göre gardını almasan, gardsız mardsız düz gitsen fena olmayabiliyor bazen. hiç görmemiş, öğrenmemiş gibi yapsan. bu arada geri zekalı durumuna da düşmemen lazım tabii, yanlış anlaşılabilirsin.
diğerine göre biraz yorucu olabilir. her seferinde yeniden başlıyorsun sonuçta, kolay değil.
bir de problem var: birkaç seferden sonra istesen de uygulayamayabilirsin. kendini zorlasan da ister istemez gardını alıyorsun bazı pozisyonlarda, olmuyor. neyse, oraya gelene kadar denemekte fayda var.
beirut - gulag orkestar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)